- Aslında ben size önce gittiğim uzun uzak yollardan, ırak ve de bir o kadar yakıcı sıcak memleketten bahsedecektim. Öyleyse edeyim.
- Akşam saati sıcak havanın el etek çekmeye durduğu hafiften bir "oh" çekerek serinleyip rahatlaya duracağımız o anlarda biz otobüs terminaline doğru yoldaydık. Az gittik uz gittik, o trafikte İstanbul'dan çıkamayınca fazladan bir-iki saat daha gittik. Ve en nihayetinde vardık İskenderun'a..
- Tabii ki sorunsuz, sessiz ve de sedasız bir yolculuk olaydı bizimki, o zaman zaten o yolculukta ben olmazdım. Sabah saatlerinde mola vereli bir buçuk bilemedin iki saat olmuşken midemde yakıcı bir sancı.. İçimde bir "eyvah"! Eyvah ki ne eyvah bu hiç de iyi bir şeyin habercisi değil beni tanıyanlar elbet bilir. Benim acilen mola vermem gerekiyordu ama mola vermeyecekmişiz. En nihayetinde 1 saatten sonra indim iki şöförün arasına ve "Ne kadar kaldı?" dedim. "Nereye?" dediler haklı olarak. "Nerede duracaksanız oraya!" dedim. Eee eşek değiller ya anladılar halden. 1 saat 40 dakikanın sonunda huzura ermişken ben çekilecek çilem de bu kadar değildi elbet.
- İndik İskenderun'a ki ama ne iniş! Anında yakıcı, kavurucu bir sıcak dalgası geçti üzerimizden "hoşgeldiniz" dercesine.. İki gün boyunca Mevlana'nın o veciz sözündeki "hamdık, piştik" kısmını atlayarak direkt "yandık".. Dedim bu nasıl memleket yahu? İnsanın memleket dediği azıcık serince, gölgesinde dinleneceği ağaçlarla dolu, gündüzü katlanılabilir ölçüde sıcak, gecesi ayaz olmalı dedim. Dedim ama kime dedim velev ki kendi memleketimdi bahsettiğim.. Yağmuruna, çamuruna kurban olayım Karadeniz'im...
- Seyahatimizi kazasız belasız tamamlayıp, dönüş yoluna geçtik ki o da ayrı bir macera.. Gelirken onüç-ondört saati deviren bu bünye dönüşünü tam on yedi saatte tamamladı.. Yollar uzadıkça uzadı.. Biz varmaya çalıştıkça nazlı bir gelin gibi İstanbul kaçtı.. En nihayetinde otobüs yolculuğunu tamama erdirip de gelebilmişken bastığım toprağı öpecek bir halim vardı benimde. Yarabbi o sıcaktan sonra bu İstanbul havası nasıl da serindi, ve hatta soğuk bile sayılır. İstanbul'un bile kıymetini bir başka anladım..
- Yolculuk dönüşü pazartesiyi kendime tatil edip evde bütün günümü Fringe izleyerek yeniden gün ettim.. Anladım ki ben evde oturmak bana yarıyor, ihtiyaç dedim koydum kenara..
- Yazının böyle ağır aksak bir havası oldu ama idare eyleyin. İçime Nazan Bekiroğlu kaçtı çünkü.. Nar Ağacı'nı okudum o yolculuk boyunca severek, beğenerek, kâh Settarhan'ı, kâh Zehra'yı, kâh Azam'ı merak ederek okudum.. Kâh İsmail, kâh Piruz oldum.. Bir Tebriz, bir Bakü, bir Trabzon havası soludum. Yezd'de Ateşgah'da, Sessizlik Kulesi'nde dolandım. Taht-ı Süleyman'da göl kenarında oturdum. Anlayacağınız neresinden tutsam orasından içine giriverdim hikayenin.. Ve öyle ki bitmesin istediğimden şimdi de son sayfalarını okumayı erteliyorum.. Hiç bitmesin istiyorum...
- Bir de hatırlamak kısmı olacaktı bu yazının hatırladım. Zamansız bazen insanlar kendilerini hatırlatmak isterler. Soran yoktur ki hiç hatırlamak ister misin beni diye. Zaman geri alınabilseydi eğer başka yollardan yürürdüm yolun sonu o insanlara varmasın diye.. Uzun lafın kısası hatırladımsa da hatırlamadım sayıyorum bundan böyle o kişileri...
- Gözlerinizden öpüyor, çalışmaya dönüyorum...
22 Ağustos 2013
Seyahat ve de hatırlamak...
Author:
dövüşürken hanımefendi değilim
Search
About
Bendenizle ilgili bilgiler için "Kim Bu Kız" sayfasına gidiniz lütfen.
Copyright © 2008 dövüsürken hanımefendi degilim.... All Rights Reserved.
Design by Padd IT Solutions - Blogger Notes Template by Blogger Templates
0 yorum:
Yorum Gönder