16 Aralık 2023

Multitasking meselesi...

I have a problem.

Bayağı da ciddi bir problem aslında. Ben multitaskingkolik olmuşum. Doktoru varsa gideyim, ilacı varsa içeyim fakat gözünüzü seveyim birisi beni bir düzeltsin.

Yani aynı anda minimum iki iş yapıyor olmazsam kendimi zamanı verimsiz kullanmış hissediyorum.

*Yemek yaparken Türk dizisi dinliyorum. 
*Kitap dinlerken; telefonda oyun oynamak, ütü yapmak, ertesi gün için çantalarımızı hazırlamak, çamaşır katlamak - asmak - yerleştirmek vs. gibi işleri yapıyorum. 
*Yolculuk halindeysem -işe gidiş geliş vs.- kitap dinliyorum.  
*Dizi izlerken mutlaka ya kahvaltı ediyorumdur ya yemek yiyorumdur.
*Proje sayımı esnasında arka planda bir dizi oynatmak ya da müzik dinlemek gibi aktivitem oluyor.
*Kitap okurken bile kahve içme keyfimi yanına iliştiriyorum.

Yani aynı anda en az iki işin hakkından gelemezsem zamanı verimsiz kullandığımı hissediyor ve mutsuz oluyorum. Sırf bu sebepten şöyle oturup keyifle adamakıllı film izleyemez oldum...

Manzaranın keyfine vara vara bir vapur yada otobüs keyfi yapamıyorum.

Multitasking skillerimi analıktan sonra geliştirdim. Zamanım azdı ve herşeye yetişmek isterken de kendimi aynı anda bir çok şey yaparken buldum. Lakin şimdi de bir durup dinlenmek istiyorum yahu...

Biri beni durdursun.

Çünkü ben farkına varmış olsam dahi kendimi yavaşlatmak konusunda henüz muvaffak olamadım.

Yılbaşında bilmem nerenin meleği olarak bir dakika içinde yeni kıyafetini giyip koştur koştur kendini yeniden sahneye fırlatan Adriana Lima'ya "Go Adriana go!!!" diye sahne arkasında gaz verildiği o anı günün yirmidört saati tekrar tekrar yaşıyorum sanki...

Sürekli bir herşeye yetişme telaşındayım, hep bir koşturma ve yetişmeye çalışma halindeyim.

Bir sakinlesem olacak sanki ama çarkı çevir allah çevir dört senedir, takmışım dörtnala gidiyorum. Öyle ha deyince durulmuyor, denedim biliyorum.

Neyse "Bi çaresi bulunur elbet canım, yeniden yaşamanın"...

Sevgiyle.
14 Aralık 2023

Bağlanmak meselesi...

Geçen gün ofisten çıktığımda kulaklığımı bulamadım. Aradım taradım, yok yok yok. Paniğimi size anlatamam. Yol nasıl geçecek, ben nasıl insanlarla iç içe gideceğim diye üzerime üşüştü endişeler. Sonra dedim ki noluyooo?

Sanki elim kolum gitmiş gibi... Bu halime de bi mana veremiyorum. Yolu geri yürüyüp, üzerine 27 kat çıkmaya asla mecalim yok. Ofiste kalmıştır diye kendimi avutuyorum ama ya kalmamışsa diye aklımda bir endişe...

Dedim ki "Ben bir nesneye bu kadar bağlanmış olamam..." Yani telefonumu unutsam bu kadar paniklemezdim herhalde. (Gerçi iş telefonum da olduğundandır belki o rahatlığım, bilemedim.)

Ama bağlanmışım... Seneler evvel bir sabah küpesiz çıktığımda fark etmiştim aslında bu halimi ama onu küpeye bağlamıştım. Sabahın köründe Beşiktaş'ta bir yerden küpe bulup almıştım. Ama hep küpe taktığım için kırk yılın başı bir kez unuttuğum için sanmıştım. Küpe ile alakalı sanmıştım...

Kendimi kandırmışım. Demekki ben nesnelere de bağlanabilen bir insanmışım. Kulaklığıma da öyle bağlanmışım. Herkesle aramda bir mesafe olarak görmüşüm onu, o olmazsa sanki bariyerlerim olmadan insan içine karışmak zorundayım gibi bir algı geliştirmişim...

Ben kendime ne yapmışım? Bir fanus, bir baloncuk yaratmışım sanki ama niye? Bu teknoloji bize neler yapıyor böyle??

Benim derdim ne? Tabii sonsuz dertler denizinde bu da işte bir dertten sayılabilirse...
6 Aralık 2023

Durmak meselesi...

Good morning çiçeklerim,

Elimin yazmaya varmadığı günlerdeyiz yine... Aslında yazmak istemediğimden değil de gerçek olduğuna  inanmayı hala içten içe reddettiğim bir şeyi yazarak gerçek kılmak istemiyorum.

Neyse konumuz o değil, ona da gelecek sıra, bir kaç güne muhtaç olduğum kudret içimde bir yerlerde peyda olunca döker saçarım buralara.

Şimdilik toplu kalsın.

Kendimi savrulmuş hissettiğimi fark ettim. Farkındalığım artınca hissiyatım da arttı. Sandım ki duvardan duvara çarpılıyorum.

Kim bilir? İçimden yeter diye bağırmış olabilirim... İçime içime ağlamış olabilirim. Belki dışarıya bile taşırmışımdır bir kaç damla gözyaşı...

Aklıma da, beynime de durmayı emrettim. Duracağım.

Durdukça aklım, beynim, dimağım berraklaşacak. Durdukça güç toplayacağım. Durdukça bakıp da göremediklerimi görebileceğim. Durdukça idrak edeceğim. 

Devinimin beni çarkında hırpalayarak parçalamaya başladığı bu köşe başında herşeye inat öyle dimdik duracağım.

Bazen durmayı bilmek gerekmiş, anladım. Sizin de varsa böyle anlarınız durun, duralım. 

Sakinleşelim. Hem ne demiş şarkıda "Bi çaresi bulunur elbet canım, bi uyuyup uyanalım." 

Sevgiyle.

Not: An geliyor içimde bir farkındalık yakalıyorum. Sonra an geçiyor, unutup gidiyorum. Bu sefer unutmamaya niyet ettim. Böyle küçük farkındalıklarımı bir mesele haline getirip yazacağım. Adını "Mesele Serisi" koydum. Bu da serinin ilk yazısı olsun.
13 Kasım 2023

2023 Ekim Ayı Okuma Raporu


11 kitapla ekimi de geride bırakmış bulunuyorum. Kışa doğru modumu iyice buluyorum sanırım. Yazın insana nefes almak bile zor geliyor, kitap okumayı siz düşünün.

Slyvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi: Nilgün Marmara yolculuğuma tüm hızıyla devam ediyorum. Nilgün Hanım bu konuda tez yazmış ve tez de sonradan basılmış. Slvyia Plath okumuş olsam çok daha anlanladırabilirdim belki de ama yine de sevdim. Bir oturuşta okunabilen yalın ve net bir eser.

Daktiloya Çekilmiş Şiirler: Nilgün Hanım intihar ettiğinde bir not bırakmış "Daktiloya çekilmiş tüm şiirlerimi yayınlayabilirsiniz." diye, bu kitabın ismi de oradan geliyor. Aslında yazarın yayımlanmasına izin verdiği tek eseri bu diyebiliriz. Beni biraz düşündürmedi değil, geri kalan tüm eserleri için yayımlanmasına izin verilmiş diyemeyiz bu noktada, düşünsenize ölüp gidiyorsunuz ve tüm notlarınızı yayınlıyorlar... Bi tık korkunç.

Hayatın Sesi: Gülseren Hanım'ın son çıkan eserlerinden, sesli olarak Storytel'de dinledim. İnsanlar Gülseren Hanım'a mektuplar gönderip sorunlarını yazıyorlar ve o da onlara verdiği cevapları sonradan kitaplaştırmış. Sanırım bu hanımefendi ile yolumuzun son kesişişi, eserleri bana çok etik gelmiyor açıkçası.

Ateş Sönene Kadar: Bu Hikaye Senden Uzun Osman ile yüreğimin ortasına taht yapıveren Aylin Balboa'nın bir diğer eserini okudum. Bu kitap öykülerden oluşuyor ve eğer öykü seviyorsanız bir şans verin derim. Aylin Hanım geleceği parlak yazarlarımızdan bence.

Dönüşüm: Geçen sene aldığım bu kitabı yerinden bile oynatmadığım için bir parmak toz tutmuştu desem yalan olmaz. İngiliz Merve'nin "Ben buradayken oku da konuşalım üzerine." demesine müteakip bir çırpıda okudum gitti. Düşündürücü, çarpıcı bir eser, zaten ben hariç herkes okumuştur eminim.

Ağaç Diken Adam: Açıkhava Serisinden okuduğum ilk minnoş kitap, içerisinde küçük bir öykü var. Öyküyü de çok sevdim gerçekten, tek bir kişinin bile dünyayı nasıl değiştirmeye muktedir olduğunu idrak etmek için çok güzel bir eser.

Beş Yıl Sonra: Almayı düşündüğüm bir başka kitap ile kapakları inanılmaz benzeştiklerinden yanlışlıkla aldığım bir kitap. Çıtır çerez diye düşünmüştüm başlarken ama kabuğu dişimde kaldı desem yeridir. Yani bir çırpıda okunmuyor, ilginç bir kurgusu olsa da yazarın istediği etki benim üzerimde durmadı mesela aktı gitti. Editörü daha iyi olsa çok güzel bir hikaye olabilirdi ama bu haliyle vasatın bi tık üstünde kalmış.

Anarşık: Şu kitaptan itibaren Fuat Sevimay benim gözbebeğimdir, nokta net. Yarabbi bu ne tatlı bir kitaptı, okurken hem güldüm, hemde çok düşündüm. Fuat Bey bence mükemmel bir yazar, mutlaka bir şans verin.

Ateşten Gömlek: Ofisteki kitap kulübümüzde cumhuriyetimizin 100. yılı şerefine seçtiğimiz bir eserdi. Bu eser için yıllardır "Kurtuluş Savaşı döneminde yazıldı o dönemi çok iyi yansıtıyor." sözlerini duymaktan ezber etmişim resmen ancak okuyunca "öhh" dedim. Bu kitap bayağı bildiğiniz bir aşk kitabı, arka fonda savaş var sadece yani ben bunu ummamıştım. Bulduğumu da beğenmedim.

Gelirken Ekmek Al: Bütün bir ekimi bu kitapla geçirdim diyebilirim. Öykü kitabı olduğundan her güne bir öykü diye diye kitabı yanımda her yere götürdüm resmen. Hatta bir akşam kitabın resmini story olarak paylaştığımda kocamda cevaben "Hayatım söylesen alırdım, burdan paylaşmaya ne gerek vardı." yazmış. Bir çok arkadaşım da "Kaç tane?" diye espri yapmışlar, sağolsunlar. Şermin Hanım gerçekten iyi bir yazar, okuduğum ilk kitabı ama daha önce bir çok yazısını okumuştum. Öyküleri çok çarpıcı, vurucu, ilginç ve aslında hep de bildik. Sadece Şermin Hanım anlatınca çok daha etkileyici olmuşlar. Görürseniz bir şans verin derim.

Seviş Yolcu: Malum Modern & Galataport gezimizde görüp sipariş etmiştim bu kitabı, derleyen de canımın canı Birhan Keskin olunca bir çırpıda okuyuverdim. İçindeki Cemal Süreya'ya ait çizimler çok güzeldi, yazarın bu yönünü hiç bilmiyordum açıkçası. Hatta ressam Cevat Dereli yazara "Arkadaş şiiri bırak diyemem. Resme başla." diye bir not da yazmış. Böyle anekdotlar okumak her zaman heyecanlandırmıştır beni. Kitabı da çok sevdim.

Evveeet, ekimi de böylece ardımızda bıraktık. Gelsin kasım, gelsin yeni kitaplar.
Bol bol kitapla kalın.
Çav.
10 Kasım 2023

Durum Raporu: Kafalar bi milyon...


Bloga yazmak için sağa sola bir sürü şey not ediyorum. Sonra notlar mitoz bölünerek çoğaldıkça çoğalıyor ama ben hiçbirini yazacak zaman bulamıyorum. Neyse efenim hazırsanız başlayalım!
  • Babam yeniden açık kalp ameliyatı oldu. Durumu çok şükür iyi annem de ortalık velveleye vericisi ay pardon refakatçisi olarak başında. Ameliyat yüzünden annem hepimizi her an teyakkuzda tutuyor desem yeri de neyse artık. Valla stresten vücuduma ağrılar giriyor artık.
  • Bu süreçte tabii bende evde; hem iş hem çocuk döngüsündeyim yeniden. O sırada resmi olarak geçişim yapılmasa da yeni müdürüm beni yeni ekibimin toplantılarına eklemeye başladı. Eski müdürüm de bunu duyunca; iki haftadır bana gram iş vermiyorken şimdi iş veresi geldi. "Ayy sağdan soldan her yönden bana geliyorlar Taahsiiin...." modundayım.
  • Kocamın çok önceden yapılmış bir planı vardı arkadaşlarıyla yarın akşam itibariyle minik bir tatile çıkıyor kendisi. Bende işte Çınar'la tek başımayım üç gün... Ne yapsak bilmiyorum bu üç gün geçer mi acaba ya?
  • "Kurşun Döktürüyoruz" isimli WhattsApp grubumuzdan bahsetmiştim. En sonunda muvaffak olup kurşun döktürebildik. Fakat hocanın dini bütün olanına denk geldik, günah diye yorum yapmadı bize, sadece kurşun döktü ve gitti. Pek birşey anlamadık biz bu işten ama neyse...
  • Grupta dört kişiyiz ve her gün en az bir kişi "Ayy çok kötüyüm, beni bir okuyun." yazıyor. Galiba bizim hepimizin yıldızı düşük. Gruba maaşlı hoca almayı teklif ettim, İngiliz Merve de "Bizi hoca kesmez, bize şeyh lazım şeyh!" yazmış. Vallahi bakın çevremde ben dahil bir gram aklı olan kimse yok. Yok yani.
  • Aaa durun bakın bir de şey var: Kızkardeşim İskandinav ellerinde kem gözlülerden korunsun diye (cümlesi sarışın ve renkli gözlü olan bir milletle yaşayınca pek de mümkün görünmüyor ama neyse) nerde bir nazar boncuklu obje bulsak alıyoruz. Fincandır, bilekliktir falan... Geldiğinde valizine koyduklarımız yetmiyor, yanına giden herkesle de yolluyoruz bişeyler sürekli. :)
  • Arada mutfağa giriyorum, şöyle glutensiz sağlıklı birşeyler pişireyim diye o sırada instagramda önüme gözleme, poğaça, börek tarifleri düşmeye başlıyor. Sesli dinlemeyi geçip zihin okumaya mı başladılar nedir?
  • Şekeri bırakayım diye niyet ediyorum. Küçük danam gelip elini öptürüp öptürüp bayramdan kalan çikolata, şekerleri veriyor. Herkes sağlıklı beslenmeye karşı inanın ki...
  • Geçtiğimiz ay mecburiyetten en az üç düğüne katıldım. En son instagramda isyan ettim "Yeter artık davetiyelere iban ekleyin, gözünüzü seveyim." diye. Tamam zamanında sen benim davetime gelmişsin ama üzerinden de sekiz sene geçmiş, artık boş gezenin boş kalfası değilim ki... Düğüne davete de hiç hevesim yok. Atayım takımı geçeyim, beni bir salın yahu...
  • Geçen gün birisi masamdaki kitaplara şöyle bir göz attı ve şunu dedi: "Ben sadece ödül almış kitapları okuyorum.". Şimdi tabii ki herkesin tercihine ben hiç karışmam da söyleyişindeki tavır beni acayip uyuz etti. Buradaki kastı ödül alan kitaplar iyi oluyor bende onları okuyorum demek aslında, kendisini pek iyi tanıdım şu süreçte. İyi de her iyi kitap ödül almıyor ki? Kaldı ki bununla övünmek neden? Ben mesela kimsenin bilmediği kitapları okumaktan da zevk alıyorum. Ben sana bununla övünüyor muyum? Ayy valla herkes kendi reklamını yapmanın peşinde, yıldım.
Evet bakayım, başka hiçbir notum kalmamış. Durumlar böyle yani ortaya karmakarışık... Napalım bu senede birbirinin aynısı iki rutin günümüz olması kısmette yokmuş, harekette bereket vardır diyelim.

O zaman adios canlarım. 
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
8 Kasım 2023

#Çınar'dan seçmeler.

Uzun bir aradan sonra size Çınar'dan seçmeleri getirdim. Yanda dayısının nişanında giyinip süslenmiş bir adet Çınar görmektesiniz. Şimdi bakalım neler yumurtlamış benim minnoş danam. :)

1. Annemlerin evdeki kedi kızgınlık dönemine girmiş, sürekli oralara buralara sürtünüyordu. Çınar'a da kedinin bu halleri pek garip gelmiş. Annemler konuşurken de kızgınlık dönemini duymuş sanırım, akşam eve geldim. Bir heves bir heyecan koştu yanıma; "Anne biliyor musun, bizim kedi tribe girmiş." dedi. Sonuçta kızgın insanlar trip atabiliyorsa, kızgın kediler de atabilir diye düşündü sanırım.

2. Bir akşam evde bizi delirtti. Tutturdu illa onun istediği olacak. Dedik ki olmaz saat geç oldu, yatman lazım başka zaman yaparız. Kollarını kavuşturdu, geçti karşımızı "Bak ağlıyorum, ağlicam." diye bizi tehdit etmeye durdu. O halleri çok komikti ama yemedik tabii ki.

3. Annemin memlekette olduğu sürede bir iki gün Çınar'a bakmaya kuzenim Demet geldi. O sıralar da eylül başı hava malum ateş atıyor. Demet sürekli evde "Yanıyoruz Fuat Abi" diye geziyor. Benim yavrum da "Yanıyoruz Fuat Abi" yerine "Sıcaklıyoz Necati Abi" diyor. Necati Abi; Kral Şakir'den bir karakter aslında ama iyi denk getirmiş. Sonra hepsini unuttu bir ara Demet'e diyor ki "Demet sıcakladık, ne dicektik?".

4. Her Türk ailesinde illa ki istenilmeyeni yapan bir aile bireyi vardır. Bizde de bu babam oluyor, nerede çocuğa öğretilmeyecek birşey varsa mutlaka elini atar. Çınar biraz büyüyüp de pipisinin farkına varınca (sürekli bir pipi ile oynama sevdaları), babam da bir Karadenizli olarak oğlumun pipisine "hamsi" adını takmış. Fakat yeni nesil senin benim bildiğim gibi değil ki çiçeğim... Bir gün Çınar'ı tuvalete götürdüm, çıktığında üzerini giydirirken bana dedi ki: "Anne bu pipi ama dedem bunu hamsi sanıyor." meğer çocuğum dedesi yaşlı diye onun gönlünü eğliyormuş. Ne desem bilemiyorum.

5. Ordu gezimizde Yoroz'da zirveye çıkınca Çınar orda duran kayanın üzerine tırmandı ve şöyle dedi "Ben bu dağın kralıyım ve karıncalarımı koruyorum.", bende öyle baktım ne diyeyim.

6. Bizim kapıda gariban bir kedi var, doğurduktan hemen sonra annesine araba çarpmış. Bu garip de kalmış tek başına, o sıra bizde burada yoktuk, gözleri enfeksiyon kapmış. Dönünce eşim ve Çınar'ın ilgi alakası sayesinde bir gözünü kurtardık şükür. Çınar kediyi çok sevince eşimle mama almaya gidince tasma da almış. Sonra o tasma çalındı. Sonra eşim gitti yenisini aldı - tasma da yakışıyor tombik bir yavru kedi olduğundan- o da çalındı. Eşim son bir tur tasma aldı geldi, takarken de söyleniyor "Memleket hırsız kaynıyor, hırsız." diye. Çınar'da akşam anneannesine durumu anlattı üzerine de "Anane memletek hırsız kaynıyo hırsız" diyor. :)

7. Geçen gün dışarı çıkarken montunu giydiriyorum. Malum çocuklarda bir kıyafetin kolunun montun içinde sıyrılıp kalması durumu vardır. Tam o an bu durumu yaşadık, Çınar'da bana şöyle dedi; "Kolum içine kaçtı alla alla ya neden anlamıyosun sen bu işlerden"... Hem kıyafetini düzgün giyemiyor, hem bana söyleniyor. :)

8. Çınar'a takım elbise alacağım malum nişan için gösteriyorum hangisini alalım diye gidip en cart mavileri seçiyor. Baktım böyle olmayacak "Siyah alalım mı? Dayın da siyah giyecek. Dayın büyük damat, sen küçük damat olursun." dedim. Demez olaydım o da şöyle dedi "Peki gelin kim olacak, Şüheda da gelmiyor ki..."... Şüheda arkadaşımızın kızı, Çınar'ın kankası oluyor bu arada...

Bonus: Bu aralar ilginç bir şekilde telaffuz ettiği kelimeler aşağıdaki gibidir.

Flamingo - Fingalino - Filalingo (aklına hangisi gelirse)
Tarla - Talla
Şimdilik - Şimdicilik
Spider Man - Spaydur Men
Sıyırılmış - Sıvrık (Kolum sıvrık benim diyor.)
Egzersizimi - Egzersimizi
Hipopotam - Pipopotam
Bukalemun - Kalemun
Geğirmek - Gehirmek
Vezir - Rezil (Satranç oynarkan rezili aldım falan diyor, çok gülüyorum.)

Eveet, güncel olarak durumlar böyle. 
Favorinizi yorumlara bırakmayı unutmayın. 

Görüşmek üzere.
6 Kasım 2023

40. Tüyap Kitap Fuarı - Dünyanın Sonuna Yolculuk

Hola canlarım, 

Yine birgün durdum durdum, duramadım derken içime deli deli rüzgarlar esmeye başladı. İngiliz Merve'ye de verdim gazı, verdim coşkuyu ve Tüyap kitap fuarına gitmeye karar verdik.

Daha doğrusu ben karar verdim ve Merve'yi de yanımda sürükledim demek daha doğru olur. :) Gitmeden önce de "Yok ya zaten kitap falan almayız, internette fiyatlar daha ucuz şöyle bir gider dört bir yanımız kitap kokusuyla sarılı bir gün geçiririz." diye de birbirimizi kitap almamaya ikna ettik güya...


Anadolu yakasının güzide semti Çengelköy'den yola çıktık, Merve'nin sabahın körü şiddete maruz kalmadığı sürece uyanması mümkün olmadığından onu da geceden evde alıkoydum. Sabah işe gider gibi Çınar'ı anneme teslim etmemize müteakip yollara düştük ve resmen dünyanın sonuna gittiğimize beni inandıran bir süre boyunca kesintisiz metrobüste oturduktan sonra son durakta inmek suretiyle kendimizi fuarın giriş alanında bulduk.

Kapıdaki sırayı görünce "Ya bu ülkede bu kadar kitap okuyan insan yok, Allah aşkına kimin ne kadar okuduğuna göre sıraya dizsinler insanları." diye çemkiren Merveyi susturup giriş ücretlerimizi de ödeyip (20 TL) kendimizi içeri saldık. Fakat yanlış kapıdan salınmışız kendimizi test kitaplarının arasında bulduk ki biraz ürkmedim değil açıkçası...

Neyse buraları geç kitaplara gel diyorsanız eğer geleyim hemen.

Tüm kitapların fiyatlarını internette kontrol ettik ve gerçekten indirimde olmayan hiçbirşeyi de almadık. Eee kolay değil bunları bir de dünyanın sonundan eve taşımak var neticede. :)

BKK'da okuduğumuz Algernon'a Çiçekler kitabının yazarının yeni kitabını görünce almadan edemedim. Koşmak İstiyorum ise bir başarı hikayesi olarak lanse ediliyordu, sonu mutluluğa bağlanan drama kim hayır diyebilir ki? Şahsen bir Türk kızı olarak ben asla diyemem.

Koridor Yayınları'ndan sadece bu ikisini alarak yeni yeni sulara yelken açtık.

Metis'in standını gezerken çok keyif aldım, bir nevi kitapçı gibi içinde dolaşabiliyordunuz. Yatay pazar sergisi stili yerine kitapçı stili dikey raflar tercih etmişler pek hoştu.

Her kızın bir Didem Madak'ı olmalı diyerek şiir kitaplarını Merve'ye hediye aldım. Dünyaya Orman Denir de Ursula bebeğime olan özlemimden işte...

Fuar'dan almaya niyet ederek gittiğim tek kitap Nevernight serisinin son ktiabı Zifirşafak'tı. Gitmeden bir gün önce Pegasus'un kitabın ilk satışına fuarda başladığını öğrenince "ya allah bismillah" demiştim fakat en çok para bırakacağım standın burası olacağını düşünmemiştim. Gerçi hepsini de indirimli aldık ama "bestseller" şeyler okumak çok para arkadaşlar...

Diğer kitapların hepsini duymuştum fakan İki Kalp Bi Oda'yı rastgele seçtim.

Destek Yayınları'ndan bu kadar kitap alacağımızı asla tahmin etmezdim ama bir süre sonra aldıkça alasınız geliyor ve Destek en son ziyaret ettiğimiz standlardan birisiydi, eh haliyle aldıkça aldık arkadaşlar...

Masalların hepsi Merve'nin bu ara da bir masal aşkına düştü ben sorgulamıyorum. Sevgi Masalı, Küçük Karabalık, Bir Şeftali Bin Şeftali'nin basımları o kadar güzeldi ki küçük danama yatırım olarak aldım. Oscar Wilde Öyküleri de aynı seri kapsamında olduğundan boynu bükük kalmasın dedim.

Aradakileri de anlık seçtim, tanesi 20-30 TL arasındaki rakamlara satıştaydı. -Size indirim var demiştim, yalan söylemiyorum yani.- :)


İlahi Komedya ne zamandır aklımdaydı, üçlü olarak 150 TL'ye bulunca da kaçırmayayım dedim. Bu arada tek tek satılan kitaplar setlere göre çok daha pahalıya geliyordu. Eğlenceli Çıkartma kitabını da Mervecim küçük danama doğum günü hediyesi olarak aldı.

Bir kitaptan daha iyi bir hediye olabilir mi? :)


Fuardaki, kitaplar hakkında gerçekten bilgiye sahip çalışanları olan tek stand "Siren Yayınları" idi. Gerçekten çok güzel önerilerde bulundular, bahsettikleri tüm kitaplar hakkında bilgileri vardı. Sırf onların güzel muhabbetinden ötürü şu kitapları aldık diyebilirim. :)

Balıklı olanı kapağından ötürü seçtim valla dış güzellik yadsınamaz bir gerçek, söz konusu kitap olunca. -Tamam durun taş atmayın.- :) Miras'ı geçen ay okuduğum Geri Döndüğüm Yerler kitabından biliyordum. Aslında ağır dram olan bu kitabı almaya hiç niyetim yoktu fakat baktım ki almışım. Diğerini Merve seçti ama neye istinaden seçti asla bilmiyorum.


Şu fuardan önce adını bile duymadığım Kapı Yayınları'nın tüm bu kitaplarını Merve aldı. Bunların bir kısmını da okumuş bu arada ama ne demiştim "almak bizde bir heves kardeşlerim". :) 

Psikolog Gülseren Teyze'den önce bu Mustafa abimiz varmış yani, eserlerinde Dr. Mavi isimli kurmaca bir karakter mevcut ve kitapları da kurgu temelli, psikolojik şeyler seviyorsanız aman duymadım demeyin.


Fuarda yaptığım en karlı alışveriş Dex'den oldu. Bu kitapların hepsini tanesi 25 TL'den aldım. :) Bu arada eski blogger olan Elif Doğan'ın -nam-ı diğer Blogcuanne- kitabını yılın başında 80 TL'den satışta görmüştüm diye hatırlıyorum. 

Buradaki eserlerin Meğer Ben Feministmişim hariç hepsi de iki saatte okunup iki günde unutlacak kitaplar ama olsun 25 TL'ye kahve satmıyorlar ayol, değdi valla. Bakayım, yok yok değmiş yani. :)


Herhangi birşey almaya niyet etmeden yanaştığımız Everest de fuarda en çok parayı bıraktığımız ikinci stand oldu. Bu rengarenk küçük kitaplar Açıkhava Serisi olarak geçiyor ve çok tatlışlar, bu duruma ben nasıl karşı koyabilirdim ki?? Hem de indirimdeydi...

Bizans'ın Fethi'ni "Zweig'in de böyle bir kitabı mı varmış ya, allah allah" nidalarıyla safi merakımızdan aldık. Dolandırıcılık ürünü falan değil dimi diye özellikle sordum, o kadar inanamadım yani. :)

Yaşam Kullanma Kılavuzu içinde ikibinden fazla karakter barındırıyormuş. Bu kitabı Merve bir gaz ve coşkuyla aldı ama okuyacağından da değil ben okurum da ona da anlatırım diye. :D Eee dostluk bazen de bunu gerektiriyor napalım...

Dövüşen Anlatsın adından, Deniz Duası da renkli baskısından mütevellit alındı.

Fuardaki en güzel çocuk kitap standı Sincap Kitabındı. İki kitap aldık ama torbamıza bir dolu hediye koymuşlardı, vallahi benim kalbimi kazandılar. Bundan sonra özellikle takip ederim ne basmışlar diye.

Bu kitapların da içi zarf zarf minik mektuplarla dolu, en arka sayfadaki mektuptan da balon çıkıyor. Çok tatlıydı biz çok beğendik.

Ren Kitap doğru salonu bulduğumuzda denk geldiğimiz ilk standdı ve Merve daha o anda isminden ötürü bu kitabı almayı kafasına koydu. Koskoca iki salon gezdikten sonra geri dönüp aldık. Eve getirince de Melike'yi kurban seçip ona verdik, ilk okumasını o yapıyor şu anda.

İçinden garip bir hikaye çıkacak kesin, hislerim karışık. :)

Demiştim size Merve masala sardı diye, Maya Kitap -ki adını fuardan önce hiç duymamıştım- standında bulduklarının hepsini aldı. Sonra gitti kalanları da Destek'in standından tamamladı ama inceledim derleyenler ve içerikler farklı gene de genel fikri aynıdır sanırım. 

Bu arada bu kitapların ayraçlarını çekmemişim ama çok mükemmeller, yaratıcı bir dizayn yapıp masal karakterlerinden ayraç yapımışlar. Benim gibi masalı ne yapcam ya diye düşünüyorsanız, yine benim gibi ayraçları ayrıca alabilirsiniz. :)

Sayılarla Dünya Tarihi de Merve'yi standın başından alamayınca sıkıntıdan bütün kitapları incelemem esnasında bulduğum bir kitap oldu, çok uygun bir fiyata aldım.

Notos ve Hep Kitap'tan almayı planladığım hiçbir kitap standlarda yoktu, bu standlardan eli boş döndüğüme bir miktar üzülmedim değil.

İthaki Yayın Grubu'na ait olan standlarda indirim falan yoktu. İthaki ile olan ilişkimi komple bir gözden geçireceğim bu gidişle...

YKY'ye Merve'yi yaklaştırmadım bile internette sürekli indirime girdiğinden vallahi kendimize yük etmemize değmezdi.

Standların yükselen kiralarından mütevellit Ayrıntı Yayınları bu sene protesto olarak fuara katılmamış, valla pek üzüldüm de diyemem çok da tercih ettiğim bir yayınevi değil.

Sel Yayınları'na şüpheli gözlerle yaklaştığımdan -nerde abuk bir şey olsa bu yayınevinden aldığım kitaplardan çıkıyor- Merve'yi de pek yaklaştırmadım.

Sonuç olarak aldıkça aldık, aldıkça aldık... Eve dönerken de kollarımız, omuzlarımız koptukça koptu. Maddi olarak ne kadar açıldığımızı dönüp hesap etmesek de -ne gerek var şimdi durduk yerde dertlere gark olmaya değil mi- kaç kitap almışız onu hesap ettik.

Hazırsanız gün sonu veriyorum:

  • Ben - 40 kitap
  • Merve - 24 Kitap
  • Çınar - 3 Kitap
Dur diyen, etme diyen, aklı selim bir kişinin yokluğu nelere sebebiyet veriyor görüyorsunuz. Kendinize güvenmiyorsanız aklı selim bir kişi ile gidiverin.

Sonuç olarak ohh be ne aldık ama. :)

Adios.

#kitapalmakkitapokumaktanbağımsızbirbağımlılıktır

27 Ekim 2023

2023 Eylül Ayı Okuma Raporu


On kitapla okuma rekoru kırdığım Eylül ayı raporuna hepiniz hoşgeldiniz efenim. Okumalara doyamadığım bir ay oldu. Ayrıca Veba Geceleri'ni sonunda okunmuşa havale edebildiğim için az kalsın parti düzenleyecektim. :)

Orhan Veli - Bütün Şiirleri: Aslında Bütün Şiirleri tarzı kitaplar almayı pek sevmiyorum ama nasıl olduysa bu kitap bizim eve gelmeyi başarmış. Akşamdan akşama üç beş şiir okuyup bütün ağustosu bu kitapla geçirdim diyebilirim, eylülün ilk haftası bitirdim. Orhan Veli sevdiğim şairlerden birisidir, bilmediğim pek çok şiirine de denk geldiğimden keyifli bir okuma süreci oldu diyebilirim.

İki Kraliçenin Savaşı: Geçtiğimiz ay ikinci ve üçüncü kitabını okuduğum Kan ve Kül Serisi'nin dördüncü kitabını da okudum. Serinin diğer kitapları henüz basılmadı ama ben bu yazar ablayı tanıyorsam altı yediye kadar varır bu iş... Fantastik türünü çok seviyorsanız okuyabilirsiniz ama çok iyi diyebileceğim bir seri değil.

Davetiye: Çok satanlar kontenjanından ne yazsa aldığım Vi ablamızın son kitabını da okudum. Okurken eğlendiren ama bitince üç güne unutulan kitaplardan birisi, keyifli bir iki saat geçirmek isteyenlere öneririm.

Geri Döndüğüm Yerler: Bu kitabı bloglardan birinde görüp almıştım. Banu Hanım kitaplar hakkında yazmayı çok seven birisi ve bu eserinde de sevdiği kitapları anlatan yazıları var. Bir oturuşta bitecek bir kitap değil, zamana yayarak okudum. Okurken çok keyif aldım ve bu kitapta anlatılan bir çok kitabı da sipariş ettim. Bu açıdan beni çok masrafa sokan bir eser oldu diyebilirim.

Sonun Bacakları: Sevgili Buraneros'un önerisiyle yazarın Başa Dönemeyiz kitabını okumuştum, sonrasında yazarın nasıl öykü yazdığını merak ettiğim için bu kitabı da aldım. Makbule Hanım'ın çevirmenliği ne derece iyi bilmiyorum ama yazarlık şapkasını çok iyi taşıyor diyebilirim. Kitapta çarpıcı, güzel ve düşündüren öyküler mevcuttu. Öneririm.

Kral Kaybederse: Bu kitabı Storytel'de sesli dinledim. Üç yıldır her sezon dizisi çekilmek istenip de çekilemeyince, nedir yani diye bir merağa düştüm. İlginç bir şekilde kitabı sevdim. Aynı yazarın bir kitabını daha sesli dinledim ve kani oldum ki Gülseren Hanım iyi bir yazar değil, bir şeyi bilmek ya da vakıf olmak bir mesele onu gerçekten iyi anlatabilmek başka mesele. Ortak bir yazarla çalışması ya da çok daha iyi bir editörle çalışması daha iyi olurmuş diyebilirim.

Jason Thorn'u Sevmek: Kısa sürede okuyup keyifli bir kaç saat geçirmek amacıyla aldığım kitap amacını yerine getirdi ve beni de pek mesut etti. Hikayeyi gerçekten sevdim, ayrıca yazarın dili de güzeldi. Saçma sapan uzatmadan yerli yerinde bitti. Öneririm.

Veba Geceleri: Allahım evlerden ırak bir kitap, bir daha Orhan Pamuk okumayı kati suretle  düşünmüyorum. Orhan Bey çok iyi bir yazar olabilir ama benim tam olarak tahammül edemediğim bir yazar tiplemesi var ki o da budur. Gerçekten konunun saçma sapan uzatılması mı dersiniz, olmayacak milyon tane detay mı dersiniz, karakter kalabalığı mı dersiniz, ne ararsanız var. Burada Orhan Bey yoktan bir ada var etmiş, bu adayı ve halkını da Osmanlı zamanına yerleştirmiş. Bir çeşit İhsan Oktay Anar çeşitlemesi gibi geldi bana ama olmamış azizim. Onu da sevmemiştim bunu da sevmedim. Allahtan Storytel'de vardı da, oradan dinleyerek sonunda nihayete erdirebildim, çok şükür.

Aramızdaki Uçurum: Çok uzun zaman önce aldığım bir gençlik kitabıydı. Yazarın başka kitaplarını okumuştum seneler evvel, bu kitabını ise diğerlerinden daha çok sevdim ama herkese hitap edeceğini sanmıyorum. Araştırmadan almayınız.

Ejderhaların Kısa Tarihi: Bu küçük kitapları o kadar sevdim ki bulduklarımın hepsini alıyorum. Bu kitapta da ejderha efsanelerinden bahsediyor. Nerede hangi erjerhalar var, kaç yıllarında ortaya çıktı, ortaya çıkış sebepleri neler gibi bir sürü bilgi içeren küçük bir hazine... Çok severek okudum.

Evet dostlar Eylül böyleydi, Ekim dökümünde görüşmek üzere çav.

25 Ekim 2023

Durum Raporu: İyi enerjilerinizden biraz koleksiyon yapmam lazım, atıverin üzerime azıcık...

Hello helloooo,

Dostlar, düşmanlar, Romalılar eteğime bir toplaşıverin. Ayy vazgeçtim düşmanlar safdışı kalsın. Şimdi bana en acilinden bolca iyi niyet, dilek ve enerji lazım. Duyuyorum ki aklınızda "Neden?" diye çınlıyor. O zaman anlatıvereyim.

Efenim aylar aylar evvel yazdıydım belki de unutmuşsunuzdur (unuttuysanız da aşkolsun) ama ofise böyle üstüm başım stabil gelmek durumlarımdan bahsetmiştim.

İşte o günlerde ben ofisteki bazı arkadaşların da verdiği gazı alarak içeride başka bir ekipteki pozisyona başvurdum. 

Başvurduğum bu pozisyonun müdürü hem yabancı hemde yurtdışında ve sizde elbet beni bilirsiniz daimi derdimdir İngilizin ecnebik dili... Neyse iki kere iptal, bir kere yöneticinin unutmasını da sayarsak türlü badireleri aşıp görüşmemizi yaptık. 

Bu arada bu yolda vazgeçmem için bir sürü şey olmadı değil, ama vazgeçmedim. Sebebi pozisyona ölüp bitmem değildi, sadece elimden gelenin en iyisini yapmasaydım üzülürdüm. Sırf kendime saygımdan, kadın "Ay so sorry ben bu görüşmeyi unuttum. Yarım saat sonra görüşelim mi?" dediğinde kırk dakikadır onun gelmesini bekliyor olmama rağmen yılmadım. Sonrasında herkese bir gün zaman tanınıp yaptırılan study-case çalışmasını görüşme ortasında verdiğinde de yılmadım. -Aslında o an ciddi olarak ehh s*kerler beh diye kalkmak aklımdan geçmedi değil.- 

Bu kadın beni beğenmedi direkt yokuş yapıyor galiba diye düşünen iç sesimin ağzına tuvalet terliği ile vurup, aklıma gelen her bir stratejik adımı sıraladım. Valla ne kadar iyiydim bilemem fakat bir süre sonra ikinci görüşme daveti geldi.

İkinci görüşmeyi yapacağım yönetici Türk fakat çok zamandır yurtdışında ikamet ettiğinden "Türklerinde vardır hani bir dil bildiğini gösterme sevdası ya" ben görüşmeye İngilizce hazırlandım. Adam çat çat Türkçe konuştu benle, notlarım İngilizce bakıp beynimde anlık translate ediyorum falan valla ter döktüm.

Yalnız şunu diyebilirim ki İngilizceme güvenmediğimin otuz beş katı kadar Türkçeme güvenirim, resmen şov yaptım. Esasında bu reklam işlerinde iyiyimdir, başka dillere çevirmem gerekmediği sürece... :)

Sonrası işte tatlı bir bekleyiş telaşı... Desem de yemeyin yani bunun tatlı beklemesi mi olur her bir gününde bir tarafımda filler tepişti stresten... Ben içeride olmak üzere dışarıdan bir adayla birlikte son ikiye kaldığımızın bilgisi geldi.

Sonra kimi seçecekler acaba diye her gün düşünüp, taşındık. Velhasıl-ı kelam mübarek bir cuma günü bana beni seçtiklerini bildirdiler ve bir teklif yaptılar. Bende üzerine saniye düşünmeden "evet, evet, evet" dedim.

Nikah masasından sonra en heyecanlandığım evettir, kayda geçilsin. Hayır günlerce beklerken düşünmüşüm zaten o saniye düşünmeye lüzum yoktu. Bu arada günler derken toplam iki buçuk aylık bir süreçten bahsediyorum, bakın valla billa boru değil bu yani...

Evet peki "Şimdi derdin ne senin o zaman bilader?" diye içinizdeki dayı sorduysa, derdimi diyeyim de dermanı oluverin.

Bir türlü geçişim için tarih belirlenemedi, tam üç hafta oldu hala bekliyorum. Buradaki İnsan Kaynakları ekibi Dubai'den haber bekliyoruz diyor (çünkü müdürleri orada), Dubai sadece "Beni bekleyin, ben haber vereceğim." diyor. Yav kardeşim bir tarih verin allah aşkına diye çekirmeme ramak falan da kalmadı, onu zaten geçen hafta yaptım.

Hatta gittim ultra yetkili bir merciye bana bir tarih versinler bir bakıverin de dedim. Ancak hala ortamda ölüm sessizliği var. Düşündüm, taşındım, kalktım size geldim. 

Çevremde mutluluğumla mutlu olan insan sayısı bir elin parmağını geçmediğinden dedim ki gideyim cağnım blog dostlarımdan yardım isteyeyim. Üzerime iyi enerji, dua, dilek ne varsa atsınlar da şu iş bir çözülsün artık...

Yani arafta kalmaktan da bana gına geldi. Eski ekibim bana düzgün iş veremiyor her an gidebilirim stresi var. Yeni ekibim resmi olarak onlara bağlı olmadığımdan iş veremiyor. Öyle ofiste dizi falan izliyorum yani.

Ama yeter artık ben çalışmakla mutlu olan bir insanım, deli çıkacağım yakında kimseye bir faydam kalmayacak! Eee o zaman iş size düştü dostlar, bana bir güzel dua ediverelim elbirliği ile şu işi çözelim.

Sevgiler saygılar.
Beklerken Hiç Hanımefendi Değilim

Not: Fotoğrafı mutlu haberi aldığım gün çekmiştim.
11 Ekim 2023

2023 Ordu

Bir ısrar bir kıyamet... Yıllar sonra mecburen hanimiş de memleket diye düştük yollara. Düştük düşmesine de yol uzun uğranacak yerler var... Önce Karabük'e uğrayıp eltim ve çocukları aldık. Sabaha Amasya'ya vardık, kayınvalidemin ellerinden bir kahvaltı ettik.

 Bahçeye gittik, sebze-meyve topladık. Burada traktörsüz adım atmayan oğlum yüzünden çalıştırılıp yola çıkarılan traktör ve biberleri kökünden kökünden koparan çocuğum ile bakışmaktayız.


Babam Kumru ilçesinde, annemse eskiden Merkez şimdilerde Altınordu olarak isimlendirilen ilçede büyümüş. Evimiz Kumru'da yukarıdaki resimler ise Altınordu'nun Saraycık Köyünden... Solda teyzemin evinin manzarası, ortada ve sağda ise Saraycık Irmağı.


Yason Burnu'na giderken yol kenarından bir görünüş, altta fındık dalları yukarısı mavinin
elli tonu...


En son Ordu'ya gidişim altı sene evveli sanırım o zaman da Yason Kilisesine gelmiştim.
Şimdiyse aynı yerde mimariyi inceleyen küçük danam, pek duygulandım...
Sağda ise kilisenin dıştan görünüşü.


Solda Yason Burnu, sağda Çaka Plajı...
Burnun en ucuna kadar yürümeyi kimse istemedi, o kısım çok daha taşlık aslında.
Plaj güzeldi ve heryer deniz kabukları ile doluydu ki bu beni pek mutlu etti.
Ancak gün ilerleyip de su soğudukça aşırı büyük (insan kafası kadar var) deniz anaları
gelmeye başladı sürekli, bir miktar ürktüm.


Eh köye gelip de kuzinede patates keyfi yapmadan olmaz tabii, patatesler ise kayınvalidemin
bahçesinden, tastamam organik. Sağda ise Boztepe Teleferik'ten kuşbakışı Ordu.

Navigasyonu yanlış ayarlamışım merkeze gideceğimize tepeye arabayla çıkmış bulunduk.
Çocuklar teleferiğe çok binmek istediği için yukardan aşağı teleferikle inip, sonra tekrar tepeye
teleferikle çıktık.

İşte herkes Mersin'e biz tersine hesabı, neyleyelim. :)

Solda Taşbaşı Kilisesi'nden doğru yukarı giden merdivenler, ortada kilisenin bahçesindeki heykellerden birisi, sağda ise kilise bahçesinden deniz manzarası.

Taşbaşı Kilisesi. Aslında burası çok güzel bir yer ama ön tarafta bahçe küçük olduğu için kiliseyi kadraja tam sığdıracak kadar geriye gidemedim. Kısmet.

Yoroz Tepesi. Burası annemlerin köyüne çok yakın eskiden yolu falanda yoktu. Şimdilerde hem yol yapılıyor hemde yukarıda devasa bir seyir terası yapılmış. Pek güzel olmuştu.

Solda yine Yoroz'dan bir manzara, sağda ise tepeden aşağı inen merdivenlerden bir kesit. Oldukça yüksek bir rakıma çıkıldığı için çık çık bitmiyor. Ancak araba yolu da yapıldığı için yolun bir kısmını araba ile gidebiliyorsunuz.

Bir önceki gitmemde tam bir saat tırmanmıştık ve yukarı çıktığımızda sisten hiçbirşey görememiştik. Bu sefer araba ile çıktık, son on dakikalık bir kısmı yürüdük sadece, şansımız da varmış ki hava da mükemmeldi.

Solda Yoroz dönüşü babamların mangal keyfine yetişme sefası, sağda ise Çaka Plajı'ndan topladığımız deniz kabukları.

Son olarak dönüş yolunda çektiğim Osmancık civarı bir yerin manzarası...

Sanırım yılın son gezisi Ordu idi, fakat ne gezdik be canım diyerek gezme tozma işlerini 2024'e kadar kapattım. Yeter artık biraz da evde oturalım canım aaa...

Sevgiler ve selamlarla.

6 Ekim 2023

Bir Modern Sanat Gezmesi Meselesi...

Selam dostlarım,

Pek sevgili sanat aşığı dostum (yazar burada kinaye yapmaktadır) İngiliz Merve ile düştük yollara... Benim İstanbul Modern'e gidelim diye diretmelerime kayıtsız kalamadığı için "Ben modern sanat sevmiyorum!" diye söylene söylene benimle geldi.

Önce Karaköy'de güzel bir kahvaltı yapalım dedim. "Ay bir maaşı burada kahvaltıya mı vereceğiz?" diye başlaması ile "Aslında burada bir simitçi vardı..." diye tutturması bir oldu. Hayır kardeşim vereceğim ben bir maaşı güzel bir yerde oturmak istiyorum desem de...

Kaşla göz arasında kendimi Galata Simitçisi'nde otururken buldum... Kısmette bir maaşı Karaköy'de bırakmamak da varmış, napalım.

Geldik Modern'e ama daha içeri giremeden mimlendik bir kere... Elli bin kere X-Ray'den geçeceğimiz gün, akşama takı yaparız diye düşünen Merveciğim kargaburunlarını da çantasına atmış (sanki bizim evde yok.) Neyse "Çantanızda kerpeten var." diye durdurulmamız ve kargaburun nam-ı diğer kerpetenlerimize el konulması bir oldu. :)

Merve'nin çantasını da emanete verdikten sonra yukarıdan aşağıya gezelim dedik. İyi ki de öyle demişiz çünkü Modern'in en üst katındaki şu manzarayı gören arkadaşım da söylenmeyi bırakıp, bu manzara için bile gelineceğine ikna oldu. :)

Hem zaten ücret de ödememiştik neticede; aklınızda olsun her perşembe İstanbul Modern, Türkiye'de ikamet eden herkes için ücretsiz.


Sanat eserleri konusunda benim değerlendirmelerim "Hımm bu güzel bak ben bunu eve asarım, ya da yok bunu beğenmedim eve asmam." minvalinde iken, Merve'nin değerlendirmeleri "Bu ne şimdi, yok ben hiç anlamıyorum bunlardan..." diye başlayıp eserin açıklamasını okuyunca "Hımm mantıklıymış aslında bak..." diye hak verme şeklindeydi.

Modern Sanat sevmeyen Mervecim çok şükür ki her okuduğu esere hak verdi ve mantıklı buldu. :) Sonra ben galiba faşistim sadece Türklerin eserlerini beğeniyorum diye tutturdu. Bu arada nasıl bir radarı varsa esere uzaktan bakması ile Türk bir sanatçının mı yabancı bir sanatçının mı olduğunu anlayabiliyor.

"Sanat; sanat mı içindir, sanatçı mı içindir?" tartışmasına da düştük bir ara, çok da sanattan anlayan kişiler falan gibi hissettiriyor bu cümle ama yok valla biz sanattan çok da anlamıyoruz aslında. Merve "Sanat halk içndir." derken ben bu konuda kararsızım ama sanıyorum içimde bir yer "Sanatçı içindir." demek istiyor. :)

Sonuçta sanatçının ne anlattığını da açıklamaları okumadan asla anlayamadık. Demek ki halk için değil çıkarımım da buradan geliyor.


Burada gene eve asabileceğime göre iyi olduklarını düşündüğüm eserler ile bakışmaktayız. :) Merve sanatçıların ne anlattığı ile daha ilgili iken, ben genel görünüşlere bakıp geçmekle yetindim diyebiliriz.


Burada mesela üç boyutlu olan bu eser eve asılabilecek ölçüde güzel olmakla beraber çok toz tutacağından (bir Türk kızı asla eve çok toz tutacak birşey sokmaz), eserin sanatçı için olduğuna kanaat getirdim, ikna oldum.


Bu eserin adı "Kapı" pek de meşhurmuş. Açıklamasını okumamıştım ama ben bunu "Tüm kötülükler kapalı kapıların ardında yapılır." olarak yorumlarken Merve de bana pek hak vermişti.

Ofise geldikten sonra bunun ofisten yakın bir arkadaşımın kocasının amcasının eseri olduğunu öğrendim. Dünya küçük dedikleri de işte böyle birşey...


Soldakinin "İyi kızlar cennete, kötü kızlar heryere, bozulan süpürge hortumları da İstanbul Modern'e giderler." olduğuna eminim ama yine açıklamayı okumadım. :)

Sağdaki ne demeye çalışıyor inanın bilmiyorum, siz yorumlayın bakalım.


Bu eseri pek beğenip, bir çok farklı fikre de uyguladık aklımızda... Hatta sanırım bizi sokaklara dökülüp bir şeyler için çağrı başlatıp, bir fark yaratmak istemeye en çok iten eser de buydu. Öyleyse sorarım size; şimdi bu eser ışığında "Sanat kimin içindir?" :)


Eve asmak için pek büyük olması sebebiyle Modern'de kalmasına karar verdiğimiz bir eser. Bir miktar nü olması eve asamayacağımı düşündürmesin. Bakan kişi utanıyorsa oturup gülecek kadar da hin fikirli bir insanım, neyleyek...? :)


Soldaki yerli sanatçının bir başka eseri vardı ama çekmemişim. Bu eseri ise bende ülke gündeminde kendimizi üzerinde hissettiğimiz zemini çağrıştırdı. Sağdakini ise "Etrafımdaki sinsiler ve ben" olarak yorumladım. :)


Soldaki eve götürmeye en yaklaştığım eser olmakla beraber satılmıyordu. Sağdaki ise Modern'in en meşhur eseriymiş. (Yemedim.) :)

Bu eserlerin tam karşısında Refik Anadol'un ışıklı bir odası vardı, bir çeşit eser olarak... Kapısında da bir kuyruk görmeyin. Merve tutturdu bekleyelim. İçeri girdik ki bir mana da yok, ya da biz anlamadık. Merve'ye dedim ki "İslam Medeniyetleri Müzesi'ndeki enstalasyon gösterisi buna on basar." Merve de "Bu da boru değil yani Refik Anadol." dedi. Bende "Hıh!" dedim.

Günün sonunda müzede enstalasyon gösterisini izleyince Merve'nin yorumu "Refik Anadol işine bak kardeşim." :D


Soldakinin s*çtıktan sonra oturup sıvamak için yapılmış bir eser olduğunu düşünsem de Merve tarafından "Yok artık saçmalama!"  diye uyarıldım. :) Sağdakinde ise Merve "Ee burda eser ne?" derken ben eserin piyano değil onu havada tutan çelik halatlar olduğuna çok iknaydım ama Merve yemedi.

Tam bu eserler dolaylarında yine bir odadayken gelen "Çatırt!" sesiyle birlikte Merve'den "Kahretsin gene mi sanata bastık!" nidası yükseldi. Ben hem gülmemeye çalışıp hemde "Sussana kızım millet zaten bizi vandal diye mimledi." demeye çalışıp karın ağrılarına gark oldum.


Solda Modern merdivenlerinden avizenin görünüşü, burada Merve "Bi tavan kalmıştı çekmediğin..." diye çemkirirken avizenin de bir sanat eseri olduğunu fark edince suspus oldu. :)

Sağda ise benim evden aldığı kıyafetlerle evden çıkan Merve'nin sanatsal halini yapmışlar...


Burada sanatçı ne anlatmak istemiş asla bilmesek de ürünlerin Çengelköy Kentsel Dönüşüm Alanı'ndan alındığına yüzde yüz emindik. Sonuçta evimin yanı ben bilmem mi? Her gün görüyorum böyle şeyler sokakta...

O zaman soruyorum şimdi "Sanat burada nerede?" kafamda deli sorular...


Merveciğimin okuduktan sonra en çok hak verdiği eserlerden biriydi. Yalan da söylemek istemem ama üstteki gerçek iken alttaki gerçeğin medyadaki yansıması mıydı, neydi, öyle birşeydi işte...


Bu eser de Merve tarafından pek beğenildi. Sanatçı fotoğraflarda sadece insanların birbirlerine dokunma anlarını alıp sonra böyle çizmiş tekrardan, fakat neden yapmıştı bunu hiç hatırlayamadım. :)


Son olarak da şu sıralar giderseniz görebileceğiniz Nuri Bilge Ceylan'dan "Bir Başka Yerde" isimli resim sergisi... Sergideki resimler oldukça güzeldi, çarpıcı renklerde, çarpıcı insan fotoğrafları vardı.


Modern gezisi bitince yan taraftaki Galataport'a geçtik. O sırada "Dur şu kapıdaki çirkin heykele bir vandalizm yapayım." diye delice fikirleri olan Merve'yi neyse ki alandan uzaklaştırabildim. Sonra kerpetenlerimizi unuttuğumuz fark edip geri dönmek zorunda kaldık.

Tekrar Galataport'a döndük. Soldaki kitabı günün anısına alalım dedikse de baktık aynı paraya internetten iki tane alabiliyoruz, hemen oracıkta sipariş geçtim gitti, canımsın Amazon.

Ortada Galataport'dan deniz manzarası, sağda ise Şekerci Cafer Erol soluklanmamız esnasında içtiğim acayip tatlı bir şerbet.

Günün devamında İslam Medeniyetleri Müzesi'ne de gittik. Burada kerpetenlerimizi gören güvenlik görevlisi kız "Siz iyi insanlara benziyorsunuz, kalsın." dedi. Öyle bir vaybımız da var yani bilin istedim, iyi insanız biz. :)

Son olarak İstanbul'da turist olmak çok güzel ama yaşamak için aynı şeyi diyemem.

Bir başka sanat-sepet yazısında görüşmek üzere, çav. :)

Not: İngiliz Merveciğim ile bir önceki sergi gezimizi okumadıysanız, buradan buyurun.

Search

About

Bendenizle ilgili bilgiler için "Kim Bu Kız" sayfasına gidiniz lütfen.