4 Eylül 2025

Uyum haftasına uyumlanamadım.

Selamlar canlarım,

Yine bir uyum haftasını daha çileden çıkarak tamamlamış bulunmaktayım. Okullar beni asla şaşırtmıyor. 

Normalde bir hafta olması gereken uyum haftasının bu sene iki gün, günde ikişer saat olmasına karar vermişler.

Ama tabii o iki saatlik uyum süresinin başlaması için bile gidip uzun süre okulda bekleyip perişan olmak gerekiyor. Kaderimizde varsa çekiyoruz napalım işte?..

Bizim sınıf öğretmenimiz okulumuza bu sene gelmiş, bu nedenle veliler arasında öğretmen hakkında herhangi bir dedikodu mevcut değil.

Velinin biri alenen şöyle dedi, "Hakkında hiçbirşey bilmiyoruz kadının, acayip sinirliyim." Şey diye düşündüm o an: "Hay Allah ya bize önceden cvsini falan gönderseydi keşke, değil mi?... Tövbe estağfurullah ya!" 

Okula mı daha çok sinirlensem yoksa muhatap olduğum şu "velilere" mi bilemiyorum henüz, zamanla karar veririm artık.

O arada kırtasiye alışverişini de ilk günden tamamlayınca, verilen listedekileri aldığımda bu seneki kırtasiye alışverişi çok insaflı çıktı diye düşünmüştüm, aynı günün akşamı Çınar suluğunu kırdı. 

Gittim yenisini almaya, 850 TL verdiğim suluğu yıkamak için açmıştım ki ne göreyim, içine bir sürpriz saklamışlar, içinden çıkan uyarıda "ters çevirince sızdırabilir" yazıyor. Kardeşim çoluk çocuğun eline vereceğiz bunu olay zaten sızdırmaması değil mi? 850 TL'ye sızdırmayan suluk da yapamıyorsanız bırakın canım bu işi! Allah Allah ya!

Nasıl? Temiz delirdim ama değil mi? 

Neyse artık...

Bu akşam kendi kişisel telefonumu elime aldım, dün bir oyun indirmiştim biraz oyalanayım, aklım dağılsın istedim. Bir de baktım ki oyunun yerinde yeller esiyor. Çınar'ın telefonda beş taneden fazla oyun bulundurmasına izin vermiyorum ve indirdiği yeni oyunlar oldukça eskilerini sildiriyorum. O da gün bugündür dedi heralde, intikam olarak oyunumu silmiş. 

Kaldım mı öyle ekranın karşısında. :)

Ay bu arada okul dışında birde "bu hafta" sinirime dokunan kuzenlerimden bahsetmek istiyorum size.

Kuzenlerimden birisi işsiz bir mühendis, işe girdiğinde de pek uzun süre kalamıyor girdiği işte, haliyle geliri de ailesinden tırtıkladığı kadar diyebiliriz. Yalnız kız bir geziyor bir geziyor, gerçekten aklım almıyor. Yahu biz paramız varken çıkamıyoruz şu şehirden, sen böyle işsiz güçsüz 81 ili mütemadiyen nasıl geziyorsun demek istesem de demedim. Muhatap olmaya gerek yok, sonra yine bana iş bul diye başlayacak. Şu hayatta en sevmediğim şey birilerini bir iş için önermek, kalsın ben almayayım.

Bir diğer kuzenime de okul tüm hafta değilmiş, gel de biraz çocuk bak demiştim. O da olur demişti, hatta hangi günler okul yok diye de sormuştu. Bende söyledim ama sonrasında bir ses çıkmadı, beni aramış bu akşam diyor ki: "Yarın geliyorum Çınar'a bakmaya." Bende dedim babasının işi yokmuş o alacak, takılacaklarmış. Bana diyor ki; "Eee ben gelecektim ya!" 

Eee ama şimdi gerçekten sövmeyeyim mi?! 

Dedim ki bende: "Ben nerden bileyim geleceğini, haber mi verdin bana? Sen söylemezsen; vahiy mi inecekti, malum mu olacaktı, içime mi doğacaktı bu bilgi?"

Bakın tarihe geçecek şöyle bir cevap verdi: "Aaa ben kendi içimde plan yapıp, karar vermiştim ama sana söylememişim demek ki."

Başka da bir sözüm yok.

Sonra diyorlar ki neden depresyondasın? Çıkıp da bu delilerle muhatap olacağıma kalıp kendi deliliğimle muhatap olurum daha iyi, en azından benim deliliğim mantık sınırları çerçevesinde varlığını sürdürüyor.

Vallahi yazarken yoruldum, yaşarken ki yorgunluğumu siz hesap edin artık...

Adios amigolar!

Herhangi bir veliyle karakolluk olmazsam kesin kısa zaman içinde geri gelirim.

Sevgiler,

Pek Gazlı Velisoda
29 Ağustos 2025

E bazen ben...

Selaaaam,

Şu anda pek bir keyfim yerinde. Neden?
Çünkü bir takım ufak çaplı hainlikler yaptım.

Aslında kötü niyetli bir insan değilimdir, -yani ben öyle düşünüyorum-, fakat zaman zaman da insanın davranışını değiştirmesi gerekebiliyor tabi.

Ekibimizden bir çalışma istenmişti, bizim ekipte de şöyle bir hava var ellerini işe sürmeyip, yapan kişiden son dakika kopya çekiyorlar. Hoop son bir saatin içinde herkes herşeyi yapmış oluyor. Günlerdir verdiğin emek falan da hiç görünmüyor.

Bu seferki çalışmaya öyle günlerce emek falan da vermedim aslında hepi topu yarım gün falandır. Fakat bu haftaki inanılmaz el oyalayıcı işlerin arasında bunu da yaptım neticede.

Eee ne yaptım peki? Teslim tarihi cuma gün sonu olan çalışmayı 5:45'e kadar beklettim ve 5:45'de attım. 

Evet bazen gerçekten hainim, kimseye kopya veresim de yoktu açıkçası. Hıh banane, çalışsınlar canım aaa, yeter be yeter. :)

Haftanın son gününün son saatlerine gelmiş bulunmamızdan ötürü de pek neşem yerinde, ay durun dilimi ısırayım da.

Yarın da Çınar'ı sabahtan babasına verip İrem'in doğum günün kutlamaya gideceğim. Depresyonumu kendi kendimden uzak tutmak için sosyalleşmeye karar verdim.

Hadi bakalım, hayırlısı.

Öperim gözlerinizden, adios.

Applesodaa.
27 Ağustos 2025

Açılın hala oluyorum...

Helloooo,

Bilmem ki size söyledim mi ama..? Canlarım, çiçeklerim ben hala oluyorum. :)

Herşeyin tam olarak bombok olduğu bir noktada bu güzel gelişmeye odaklanmaya karar verdim. Dedim ki hadi biraz bu iyi hissi büyütelim... Ve böylece Çınar'la beraber doğmamış çocuğa don biçme operasyonumuz başladı.

Çınar alışveriş genlerinin tamamını benden almış arkadaşlar, mağazada onu da alalım bunu da alalım derken, kasa da yüklü bir miktar ödeme yapmamız gerekti tabii ki. Ama inanırmısınız o noktada da battı balık yan gider modundayım. (Diş için olan ödemeleri yaptım da, kredi kartım ağlıyor, ektresi de beni ağlatacak gibi.)

Eve gelince kızlara fotoğraf attık, kuzenim Demet'de böyle olmaz deyip bize bazı örnekler gönderdi, süsleme yapacağız dedi.

Eh dedim tam olsun madem, Çınar'la işe gittik, işyerinin ordaki alışveriş merkezinden de süsleme eksiklerimizi tamamladık. Demet de gelince süsledik. Kendi içimizde büyüttükçe büyüttük, büyüttükçe eğlendik.

Erkek kardeşimle eşine de gelip alın dedik, malum bizim arabamız yok bu sıra. Onlarda yemeğe mi gelelim diye sorunca, olur dedim. Kızlara da diyorum hem hediye aldık, hem süsledik, hem yemek yapıyoruz. Bir yerde yanlış yaptık ama neresi emin değilim. :)

Neyse velhasıl-ı kelam son zamanlarda hayatımızdaki en güzel gelişme buydu. Bizde bir miktar buna tutunduk.

Gerisi gerçekten arapsaçı gibi... Annelik mesaim hiç bitmiyor, 7/24 Çınar'la birlikteyim, çalışırken yanımda ve çalışmak gerçekten ama gerçekten çok zor oluyor. Bütün bunların arasında kahvaltı, yemek hazırlamak, ara ara Çınar'la oynamak, sonsuz sorularına yanıt vermek.

Herhangi bir şekilde mola vermem mümkün olmuyor, çünkü babasının ne kaçta gelip alacağını, ne kaçta getirip bırakacağını biliyorum. Haftasonu iki, üç saat için alıp geri getiriyor. Herhangi bir şekilde boş vaktim kalmasın diye özel olarak çabaladığını düşünmeye başladım artık.

Ben böyle spontane bişeyler yapabilen biri değilim pek, plan-programlı ilerlerim genelde. O iki üç saat için dışarı çıkardığında bende evde kalakalıyorum. Geçtiğimiz cuma Çınar'ı almıştı akşam mesai bitiminde evde boğuluyormuş gibi hissettim ve kalkıp amaçsızca yürümeye çıktım. Deliliğin eşiği dedikleri yerdeyim sanki, bu ara gerçekten aklıma deli deli fikirler geliyor ama ya sabır diyelim.

Yürüyüş yaparken yol kenarında ayaklarını uzatmış oturan bir teyze gördüm. Sanki herkes ve herşey akıp gidiyor, o orada sabit kalıyordu. Herkesin zamanı akarken onunki durmuş gibiydi. Hayattan tek beklentimin emekli olmak olmasını düşündüm o sıra, aslında hiçbir beklentim yok mu demek ki bu? Bilemiyorum inanın bilemiyorum...

Anladım ki kendini iyileştirme yolculuğu yalnız yapman gereken bir yolculuk ve bol bol gözyaşı içeriyor. Ama en zoru da ne biliyor musunuz, kendine zaman vermek. Her konuda bu kadar aceleci bir insan olmam ruhumun bile başına bela oluyor...

Kentsel dönüşüm alanında yürüyüşe çıkınca da insan bir garip hissediyor. Yollarda bakıyorsun etrafına bir tarafın eski, bir tarafın yeni yapılarla dolu, sanki bir yanı geçmiş bir yanı gelecek. Attığın her adımın ardı geçmiş, önü gelecek...

Geçenlerde Çınar'la yürürken ilkokul öğretmenimle karşılaştık, durup da konuşmaya mecalim yoktu ve sadece yanyana yürüyüp geçtik. O an sanki şey gibiydi, çocukluğum yanımdan geçti, bense çocuğumun elini tutuyordum.

Bugünlerde kendi kendime mesaj atmaya başladım birde, konuşacak biri olmayınca insanın aklına gelen fikirleri unutması ne kadar kolaymış meğer... Oysa bugünlerde aklıma gelen herşey bence çok değerli ve unutmaya da gönlüm el vermiyor.

İşte durumlar böyle bu sıralar, ah bir de derin depresyon moduna giriş yaptım. Bir süre gerçekten ama gerçekten oradan çıkacak gibi hissetmiyorum.

Derin depresyon modunda ya hiç uyuyamıyor baykuş gibi sabahı sabah edip beş civarı yatıyorum ya da akşam Çınar'ı uyuturken uyuyup neredeyse on saatlik uykular uyuyorum, gerçekten her konuda ölçüsüz bir insanım.

Yine böyle sabahı sabahı ediyordum iki gün önce, 4:30 civarı sokakta inanılmaz bir gürültü başladı, bağırış-çağırış... Aman heralde kavga çıktı dedim -bendeki gamsızlık seviyesi-. O sırada seslere Çınar uyandı, ben ona su verirken inanılmaz bir gümleme oldu, Allahtan yattığımız oda arka tarafta ses oraya çok şiddetli gelmiyor. Çınar geri yatınca dedim bakayım noluyor, balkona bir çıktım yanıyor sokakta birşey ama ne bilmiyorum. Yan komşuyu balkonda görünce o da araba yanıyor, patladı dedi. Şok içinde bakarken arabanın camları patladı o sırada. Eve de çok yakın, millet sokakta arabasını uzaklaştırma derdinde, öyle hipnoz olmuş gibi kaldım bir süre. Tekrar gümledi, meğerse lastiği patlamış yanarken. O sırada da itfaiye geldi ve söndürmeye başladı. Bende gidip yattım, artık birşey olmaz diye. Bu da bir anımızdı koleksiyonunda yerini aldı.

Yine gelirim. Şimdilik hoşçakalın.

Applesodaa.

15 Ağustos 2025

Cumalar candır, gerisi zarar ziyan...

Günaydın çiçeklerim,

İnanır mısınız cumaya geldik diye horon tepecek durumdayım. Bu hafta o kadar zordu ki.... Hafta direkt içimden geçti sanırım. (Buraya hıçkıra hıçkıra ağlayan suratlı emoji gelecek.)
  • Geçtiğimiz hafta izinli olduğum için pazartesi işe dönmek zaten psikolojik olarak çok zordu, fakat mail kutumda bekleyen 155 mailin de pek yardımı olmadı. Gerçi hakkını yemeyeyim iş arkadaşım maillerin %99'una yanıt vermişti ama psikolojim çalışmayı kabullenemedi yine de.
  • Salı günü dişlerimde bir kaç düzeltme yapılıp, son kez ve kalıcı olarak yerine takılması süreci vardı ki yaklaşık üç buçuk saat dişçide kaldık. Ben elimde laptop çalışıyorum, Çınar dişçideki asistanlarla oyun oynuyor derken günü kapattık.
  • Çarşamba günü kurulum günüydü. Geçtiğimiz hafta pat diye bir akşam istifasını veren bulaşık makinesinin yerine yesini almıştım. Ama almakla bitmiyor ki, hurdacı bulması... Eskiyi vermesi... Yeniyi kurdurması... Bilmem kaç kere o leş olan yerlerin silinmesi... Bütün bunlar yaşanırken resmi olarak çalışıyor olmam da cabası...
  • Perşembe artık bize bir değişim lazım diyerek kendimizi ofise atmaya karar verdim. Bir ara şirketimizin Ceo'suna birşeyler anlatırken Çınar gelip pat diye bana sarıldı. Allahtan çocuksever bir şirketimiz var. :) Ofis sonrası market serüveni yaptık. Eve gelebildiğimizde saat sekizi geçiyordu. O saatten sonra bir de yemek hazırladım, haliyle evde çocuğum var, aç yatmak bir seçenek değil. Bir yandan da arabaya ikinci bir tur yaptım market poşetleri için, bakın o kadar ama o kadar yorgundum ki... Yorgunluktan ağlayasım geldi ama "ağlamicam" inadım tuttu. Ağlamicam, banane.
  • Yemek yaparken de Çınar halimi görünce "Ne oldu?" diye sordu bende çok yorgun olduğumu söyleyince "Gel sana bir sarılayım, enerji vereyim." dedi. Sarıldık bu sefer de gözlerim doldu, duygulandım bana; "Merak etme enerjiler birazdan yüklenir." dedi. Balböceğim ya... İyi ki doğurmuşum.
  • Bugün de işte niyet ettim Allah rızası için haftalardır bekleyen masraflarımı sisteme yüklemeye, gazam mübarek olsun.

Eveeet, bizde durumlar böyle. Fakat ne temiz tükendim be canım. Bu arada benim bu rutinimle haftanın şarkısının "Ben yoruldum hayat." olması gerekirdi ama ben niyeyse sürekli kendimi "Bana biraz renk ver..." söylerken bulduğum için size renkli bir Heybeli konağı fotoğrafı ekledim.

Siz neler yaptınız, anlatın biraz da neşemizi bulalım?

Öperim gözlerinizden.
Applesodaa.

6 Ağustos 2025

Bir Mısır macerası...

Helloooo,

Bir ülkeye ilk kez gitmek her seferinde bende ufak bir stres yaratıyor, sanırım beni neyin beklediğini bilmiyor olmak kontrol manyağı tarafıma yaramıyor.

Mısır seyahatine çok aniden karar verdiğimiz için üzerine hazırlık yapacak hiç zamanımız yoktu, ben son gün bir yandan sürüş testine ordan koştur koştur dişçiye git-gel yaparken seyahatimde bana eşlik edecek arkadaşım da hazırlıkları yapıyordu.

Bu sırada aslen Mısır'lı olan çok yakın çalıştığım biricik ekip arkadaşım bana bazı tüyolar vermişti seyahatimizi öğrenince; yanımızda nakit bulundurmamızın iyi olacağı gibi bazı bilgiler, benimle gelen arkadaşım da nakit işi bende dedi.

Zaten vaktim olmadığı için bu nakit işini ona bıraktım bende. Bu kısmı aklınızda tutun bu konuya sonra tekrar geleceğiz. 

Nedendir bilinmez nereye gitsem sabahın bir körü gidiyorum, eşlikçim de pek dakikliği ile bilinen birisi değil, daha önce kendisi yüzünden uçak kaçırıp havalimanında oniki saat beklemişliğimiz var bu nedenle de daha uyumadan önce bile gergindim.

Neyse ki kazasız belasız Mısır'a vardık. Pasaport kontrolüne girmeden vize alacağız, sıra bize geldi, görevli ödemeyi nakit istedi. Arkadaşım da demesin mi "Aaa ben nakit çekmeyi unuttum."....

Yahu sadece çekmesi yok ki, çekmesi ayrı başka kura dönüştürmesi ayrı, bunların hepsini nasıl unuttun. Kendi kendime dedim ki "Tamam sakin, illa ki bir ATM buluruz para çekmek için, hesaptan döviz alır, o şekilde çekeriz."

"Benim yanımda banka kartım yok." dedi.

Arkadaşlar bende imkansızı mümkün kılmaya bayılsam da her zaman da uygun koşulları yaratamam ya, bir yandan telefonda havalimanındaki ATM'leri araştırırken, bir yandan da süt dökmüş kuzuya dönen arkadaşımı banka sırasına soktum. Koskoca banka illa ki kartla ödeme alır diye düşündüm.

Hayır ülkeye en azından bir giriş yapsak, sonra illa ki para çekecek yer bulurum diye düşünüyorum. Canım arkadaşım yanımda kilitlendi kaldı, sıra bize geldi diyor ki "Konuşmayı unuttum."

Çok şükür ki kartla ödeme yapılabiliyormuş, vizeleri alıp, heykele dönen ekip arkadaşımı da sürükleyerek pasaport sırasına gidebildik.

Havalimanından çıkarken Uber çağıracaktım, o sırada bir görevli havalimanı taksisi ister misiniz diye sordu. Önceden uyarıldığım için ne kadar olduğunu sordum. Olması gerekenin üstünde ama yine de kabul edilebilir bir ücret söyledi, bende kartla ödeyebilir miyiz diye sordum, teyit alınca da olur diyerek kabul ettim.

Otele geldik şöförle aramızda geçen diyalog şu şekilde;

-Kartla ödeyeceğim.

*Pos cihazım yok.

-Nasıl yok, tam üç kere sordum kartla ödeyebilir miyim diye ve evet dediler.

*Olabilir ama benim cihazım yok.

-Ne yapacağım peki? 

*Otelde ATM var çekin, gelin.

Allahım sana geliyorum diyemediğim için ATM'ye gittim. Her ihtimale karşı yolda döviz almıştım hesabımdan ama ATM döviz vermiyor. Şansımı bir başka bankanın ATM'si ile deneyeyim dedim. Buradan Arab African Bank'a tüm kalbimle sevgilerimi gönderiyorum. Sen olmasaydın olmazdık.

Canını sevdiğimin Arap bankası hesabımdaki TL'den direkt EGP'ye dönerek bana Mısır poundu verip hayatımı kurtardı.

Şaşkın ördeğe dönen ekip arkadaşım herşey hallolunca biraz uyuyup piramitlere gidelim dedi. "Yav he he" dedim ve gittim odama.

Ekip arkadaşım asla dakik bir insan olmadığı için buluşmak için sözleştiğimiz saaatten ancak bir saat sonra uyanabildi. O saatten sonra ne piramiti. :)

Yemek yedik ve döndük.

Yanımda olan arkadaşımın değil, her daim güzel tavsiyeler veren Mısırlı biricik takım arkadaşımın önerilerini dikkate alarak ertesi gün National Museum of Egyptian Civilization'a ve Grand Egptian Museum'a gittik.

Piramitler o sıcaklıkta görülecek gibi değildi, bende aklımı peynir ekmekle yememiştim.

National Museum royal mumyaları barındırdığı için meşhurmuş onları görmek isterseniz gitmeniz gereken yer belli.

Grand Museum ise çok ayrı bir hikaye, inanılmaz bir müzeydi bayıldım. Beni üzen tek nokta Tutankamun Galerisinin 2026 yılında açılacak olmasıydı bu nedenle biz göremedik. Müze, Louvre'dan iki kat daha büyük bir alana sahip, içerisinin dizaynı mükemmeldi. Eserlerin konumlandırılması, ana galerinin büyüklüğü... Herşey inanılmaz güzeldi bence iki nokta dışında; dünya kadar restoran var içerde ama müzenin asıl hediyelik eşya dükkanı müzenin büyüklüğüne göre çok küçüktü. İkinci nokta ise Mısır o kadar etkileyici bir tarihe sahip ve o kadar geriye uzanan bir arşivi var ki, bunu anlamak ve anlamlandırmak için müzede tek bir gün bence yeterli değil.

Bu arada müzeler ücretli hatta Grand Museum hayatımda ziyaret etme şerefine nail olduğum en pahalı müze olabilir. Türk lirası ile 1000 liranın biraz üzerinde bir ücreti var.

Hava Mısır'da çok sıcaktı ama Ankara sıcağı gibi düşünün en azından nem yoktu ki bu bir artıydı bence. Trafik inanılmaz kaosluydu, trafik kuralı diye birşey varsa dahi uyulduğuna dair bir işaret ben görmedim. Arabalar yanınızdan silme geçiyor, ne zaman taksiye binsek ekip arkadaşım sürekli diken üzerindeydi. Bu arada taksiler bizim ülkemize göre inanılmaz ucuz. Bu kaosta araç süren her hemcinsime içimden şapka çıkarttım.

Yeme-içme aktiviteleri de Türkiye'ye göre çok daha ucuz, müze gezmekten ayaklarımıza kara sular indiği gün akşam yemeğini otelde bir restoranda yeriz diye düşünüp otele geri döndük. Lübnan restoranı olduğunu da görünce onu seçtik, şansa bakın ki restoran Michelin yıldızlıymış. Buna rağmen ödediğimiz ücret kişi başı 1500 TL idi. Gerisini artık siz hesap edersiniz.

Ofisten bir arkadaşım daha önce Mısır'dan bahsederken "Ay heryer kahverengi, çok sıkıcı bir ülke." demişti. Bakın yemin ediyorum insanların sığlığı beni öldürüyor. Havalimanından otele yaptığımız kısacık yolculukta bile dikkatimi çeken ilk şey, aklımdan geçen ilk düşünce "yeşil"di.

Evler kahverengi ama bunun nedeni bence evleri ne renk yaparsanız yapın bir süre sonra hava koşulları nedeniyle evlerin renklerinin değişmesi. Olabilecek her yerde ağaçlar vardı, kahverengilerin arasından sürekli kendini gösteren o yeşil renk o kadar muazzam bir his veriyor ki. Bir de mesela balkonlar var, evet evler kahverengi ama balkonların hepsi farklı farklı, kimisi inadına capcanlı renklerdeydi.

Sokaklarda yürürken ince bir kum tabakası gözüme çarptı, sanırım çöle doğru bir genişleme mevcut, emin değilim kontrol etmeye de üşendim. Ama o ince kum tabakası "Doğa her zaman kendinin olanı geri alır." hissi verdi bana her gördüğümde.

Bi ufak hayal kırıklığım Nil ile alakalıydı, beni delirten ekip arkadaşımı şurdan itsem mi acaba diye delice fikirlere kapıldığım bir anda suyun inanılmaz kirli olduğu konusunda bilgilendirildim. Nedendir bilmem ama bunu beklemiyordum.

Nil kıyısına yemek yiyelim diye gittik ama akşamüzeri gittiğimiz için manzarayı pek kısa izleyebildik. Dönüşte de taksi bulamadık. Kuş uçmaz kervan geçmez ıssız ve karanlık bir yerde kaldık öyle. Uber asla gelmiyor. En sonunda restoranın oradaki taksilerden birine binelim dedim, onu da yanımdaki arkadaş kabul etmiyor, güven vermiyor diyor. Bakın tam o noktada yine bir delilik almasın mı beni; "Bu karanlık ıssız, garip yerde kalmak çok mu güvenilir?" diye bir çemkirdim. Kız taksiciden daha çok benim deliliğimden korktu.

Sonraki günler müşteri toplantılarıyla geçti de, gezme görme işi aradan çıktı çok şükür. Çünkü neden? Seyahat arkadaşı önemlidir, herkesle seyahat edilmez.

Ay bir de unutmadan size Mısır mutfağı deneyimlerimi anlatayım. Mısır'daki arkadaşlar bizi yemeğe götürmek istediler daha önce Mısır mutfağı denemediğimiz için de restoran ona göre seçildi. Onlar sipariş verirken bende telefonumda mail atmakla meşgul olduğum için ne sipariş edildi bilmiyordum açıkçası, ara sıcaklar gelince böyle ete benzeyen birşey gördüm ondan başladım, tadı da güzel, bir yerden çıkaracağım ama çıkaramıyorum derken seyahat arkadaşım demesin mi "ciğer", ben normalde ciğer sevmem, yüz sene yemesem aramam. Ama buradaki ciğerin tadı çok lezzetliydi ve ciğer gibi de değildi. 

Bir de pilav ve yeşil çorba benzeri bir yemek geldi, tüm çocukların favorisi dediler. Pilav üzerine yeşil çorbadan dökülüp yeniyormuş, çorbanında içinde asma yaprağı var çözebildiğim kadarıyla, bakın yemeğin vallahi tadı güzel ama tek sorun ne biliyormusunuz görüntüsü... Kaşığı daldırdım tam alıyorum, kötü pişmiş bamya gibi uzamaya başlamasın mı.... Da da da damm... O noktada denemek için kendime "Ölmezsin, devam et!" demek zorunda kaldım. Millet gözümün içine bakıyor, nasıl kırayım insanları. Sonra baktım tadı vallahi güzel ama gözü kapalı yemem lazım, o uzayan ağdalı görüntü içimi bir acayip yaptı. :) 

Tam yemek faslının sonunda doğru bir yemek daha geldi dediler ki; "Bakın bu çok özel, bunu yiyebileceğiniz tek müslüman ülkesi burası." Allah Allah dedim nedir yani bu yemek? Demesinler mi güvercin... 

Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar türküsünden sonra bir de güvercin travmam oldu, ne zaman güvercin görsem "gezme sen buralarda bak valla seni yerler" oldum. :)

Unutmadan hemen tatlıları da kısacık bir anlatayım soldaki "Beyrut Gazel", bunu Michelin yıldızlı restoranda sipariş ettik. Aslında tatlı ne önerirsiniz diye sorunca spesyalimiz deyip bunu getirdiler. Tarifi veriyorum, pişmaniye üstü sakızlı dondurma. :) Ama yine de seyahatim süresince yediğim tadı en güzel olan tatlı buydu. 

Sağ üstteki "Em Ali", bunu biricik ekip arkadaşım önerdi. Fındığı içine katılmış fazla sıcak sütlaç olarak düşünebilirsiniz. Sıcak süt sevmem ben diyen seyahat eşlikçim yemedi ama ben sevdim, sadece az biraz soğuk olsa çok daha güzel olurdu bence.

Sona kalan tatlımız da "Baklava" bunu Em Ali'yi beğenmeyen arkadaşım söyledi ve yeniden hayal kırıklığına uğradı. Çünkü bu bizim bildiğimiz baklavalardan değildi. Baklava kısmı fazlaca sertti, o şerbete mi batırılıyor, şerbet üzerine mi dökülüyor hiç bir fikrim yok. 

Bir sonraki ziyaretim için önceden bazı ayarlamalar yaparak Mısır'da görmek istediğim bazı noktalar var. Bakalım ben görürsem illa ki gelir yazarım. Çenem düşüktür bilirsiniz, duramam.

Eee ne düşünüyorsunuz, gider misiniz Mısır'a?

Sevgiler Applesodaa.

4 Ağustos 2025

Durum Raporu: Herkesin derdi para olmuşsa...


Ben geldiiiim,

Bu sefer de böyle konuya dan diye gireyim istedim. Şu hayatta en zorlandığım şeylerden biri blog yazılarına başlık bulmaktı, onu çözdüm, şimdi de giriş cümlesinde bir miktar zorlanıyorum neden bilmem?..
  • Nerelerdeydim diye sorarsanız eğer? Bilirsiniz ki sormazsanız da söyleceğim. Cevap veriyorum dostlarım sıkı durun; evdeydim. Bütün bir yazı başarı ile evde sonlandırmaya çok yaklaştım bakın. Bende kendime şaşırmıyor değilim ama napalım, kısmet.
  • Arada annem geldi, bir hafta için gelmişti ama madem geldi deyip alıkoydum iki hafta kadar kaldı. Milletin annesi gelince yemek yapar, ev temizler falan, ne bileyim bir takım yardımlar olur yani, benimki gidince ben ev temizledim. Hayat zor.
  • Annemi burda alıkoyduğum süre içerisinde hızlıca bir Mısır'a iş seyahati yapıp geldim, onu artık bilahare başka bir yazıda anlatırım. Hem Mısır'ın bence anlatılacak çok şeyi var, hemde seyahatim boyunca yanımda olan iş arkadaşım sağolsun olaysız beş dakikamız geçmedi.
  • İstanbul'da kimseyle görüşemiyorum, koca bir yaz mevsimini böyle kendi başıma elim böğrümde yedim gibi. Hafta içi sürekli Çınar'la beraberim ancak çocuklu arkadaşlarım ile denk getirebilirsek görüşebiliyoruz. Hafta sonu rutinimiz olmadığı için (hala herşey çok karışık) hiç bir plan yolunu bulup da tamamına eremiyor benim hayatımda. Haliyle bende plan yapmayı bıraktım.
  • Ex eşim bana Can Bonomo için konser bileti almış, bir ay kadar önce de vermişti. -Zamanında aldığım ama kendisi beni hep son dakika ektiği için gidemediğimiz etkinliklerin diyetiydi sanırım bir nevi.- Çok sevdiğim ve dosdoğru dinleyebilme şerefine asla erişemediğim bu sanatçının konserine bu biletlerle gidesim de hiç yoktu açıkçası. Kızlar "O kadar alınmış bilet ziyan mı olsun, iki bilet de sende zaten git istediğin gibi." deseler de ne bileyim işte bir şekilde içime sinmiyordu. O gün yine aldığı bileti unutan ex eşim "Akşama işim var Çınar sende kalsa olur mu?" diyerek kendi hediyesini kendi baltaladı.
  • Elbet bir gün dinleyeceğim seni Can Bonomo, sırf çektiğim şu kadar şeyin hatırına en ön sıradan mı alsam acaba bileti? Düşüneyim bakalım.
  • Dişlerim yapıldı, hatta takıldı, ama bilmiyorum ki gerçekten benim dişlerim mi bunlar. Tastamam olmuş gibi hissetmiyorum. Geçici dişlerden çok daha konforlu olsa da tam da olmadı sanki, cuma günü doktorcuğumla randevum var bakalım ne diyecek. Kalıcı olarak yapıştırmaya karar verecek mi göreceğiz.
  • Bu arada kimseyle görüşemiyorum demiştim ya, arada işte güncel durumları bilen -sınırlı sayıda- arkadaşlarımdan bazıları mesaj atıyor. Her zaman her mesajlaşma ya da konuşma mutlaka şuraya geliyor. "Aman tüm haklarını al, aman hiçbirşeyini karşı tarafa yar etme, para, para, para, para!" Gerçekten yıldım, sinirlenip çemkirsem o da işe yaramıyor. Çünkü karşı tarafın varsa bir tecrübesi (bizzat veya dolaylı yoldan) illa ki örneklendirmeye başlıyor. Yani herkesin mi dini imanı para oldu? Ben nasılım, ne durumdayım, iyi miyim diye merak eden asla yok. Yalandan bir ay görüşemedik diyip hoop para konusuna gene geri geliyorlar. "Malımın, mülkümün ortağı mısınız ya?!" diye çıldırsam da anlamayacakları için bende bu gibi sorularda iletişimi pat diye kesmeye başladım. Yetti artık.
  • Sürekli Çınar'la beraber olduğum ve günlük kaosun içinde kendimi kaybettiğim için sanırım ağlamaya asla vaktim olmuyormuş benim. Mısır'a vardım, akşam odada yalnızım öyle tavanı seyrediyordum (en sevdiğim aktivitelerden biridir) beni bir ağlamak tuttu. Böyle hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla deli gibi ağladım. O kadar çok ağladım ki, bir süre sonra kendi kendimi "tamam sakin ol, geçecek hepsi" diye telkin ettiğimi fark ettim. Kendi kendimin sırtını sıvazlarken ben anlarından biri daha tarihte yerini aldı. Aman neyse fakat ne ağladım be canım, iyi geldi.
  • Geçen gün gene parkta, park teyzeleri ile olaylara karıştım. Bu arada, hani olur ya bir gün karakola falan düşersem kesin arkasından bir park kavgası çıkar. Demedi demeyin.
İşte durumlar böyle; kısmetse üç, beş, bilemediniz on güne kesin gelirim. Bu hafta izinliyim de. :)

Öperim gözlerinizden.

Applesoda.
15 Temmuz 2025

Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.

Selam gülibrişimlerim,

Yaslı gittim, şen döndüm ve de ilginç bir şekilde çok çabuk döndüm. 

Uzaktan bir tanıdığım var. Farklı şehirlerde ikamet ettiğimiz için nadiren görüşebiliyoruz ama kitap sevdalarımızdan ötürü sosyal medyadan hep iletişimdeyiz.

Paylaştığı bir kitabın ismi ilgimi çekince "ismi ne kadar ilginçmiş" diye yorum yaptım, o da bana "Didem Madak misali biraz" dedi.

Tam o sırada kızlara hediye ettiğim Didem Madak kitaplarını bitiren kızlardan birisi story atıp beni etiketlemişti onu da görünce "Ahh sen zaten Didem seviyorsun o zaman." dedi.

Bende tabii ki hemen "söz konusu kadın şairse sadık yarim Birhan Keskin'dir." dedim.

Hiç duymadım demesin mi, hemen adresini aldım ve Birhan'ın tüm kitaplarını hediye olarak gönderdim.

Kitapları teslim almış ve Fakir Kene kitabının kapağını açar açmaz ilk gördüğü "Kargo" şiiri ile de Birhan'a vurulmuş bile. Başlığı sizin için bu şiirden seçtim.

Fahri Birhan elçisi olarak görevimi başarıyla tamamlamanın musmutluluğu içerisindeyim. (Musmutluluk, mutluluğun bir üst levelidir benim lügatımda.)

Birde size Birhan falımdan bahsedeyim, Birhan'ın tüm kitapları benim yatak odamın girişinin oradaki kitaplıkta duruyor. 

Hani bazen insanın aklı sorularla dolu olur, ne bileyim bir işaret arar. Ya da çok sıkılır, bunalır da böyle bir umut arar... İşte tam öyle anlarda yatağa gitmeden önce elime kitaplardan ilk hangisi gelirse alıp açıyorum ve bakıyorum o gün şiir falımda ne var.

Biliyor musunuz hiç yanıltmaz cağnım Birhan'ın şiir falı, bazen aradığımı, bazen aradığımı bile bilmediğimi, bazen de bakıpta göremediğimi gösterir.

Varsa bir Birhan kitabınız açın bakın bakalım, bugün şiir falınızda ne var?

Sevgiler.
Applesoda

Not: Fotoğraftaki çiçeğin adı gülibrişim imiş, bende Ayşe'den öğrendim, yazının giriş cümlesi de oradan geliyor anlayacağınız üzere. Sevdiğimiz insanlarla sevdiğimiz şeyleri paylaşıp da çoğaltmaya bayılıyorum.

Notun Notu: Hem gülibrişimler hemde Birhan'ın kitapları mutluluğun paylaştıkça çoğaldığı ilkesini bir kez daha kanıtlıyor sanırım.

Notun Notunun Notu: Çınar gülibrişimlere "güliblişim" diyor, çok komik, yani bence. :)
14 Temmuz 2025

Direniyorum acılarına yine dünya...


Hello iki gözümün çiçekleri,

Yine bir gün acılar içinde kıvranıyorumdur. Yıllardır dişlerimden yana çektiklerim bana yetmemiş olacak ki bu sefer de kalktım, farklı bir işe giriştim. 

Doktorum tüm üst dişlerini zirkonyum kaplayalım da bitsin artık bu çile dediğinde olur dedim, bu öneri bana daha önce yapıldığında gözüm yememişti açıkçası ama arada geçen sürede çektiğim dertler ve çilelere bakınca artık fikir giderek daha da iyi görünmeye başladı.

Tabii ben nereden bileyim saat birde girdiğim dişçiden neredeyse saat yedide çıkacağımı... Bütün üst dişlerim kesildi ve geçici dişler için ölçüler alındı. Ben dinlenme odasında acılara gark olmuşken geçici dişler yapıldı ve takıldı.

Şimdi sanki ağzımda anneanemin dişlerini ödünç almışım gibi bir hisle dolaşıyorum. Yemek yemenin düşüncesi bile içime sıkıntılar bastırıyor. Bu dişlerin "gerçek" olanları da takılınca hala bu his devam ederse ne yaparım bilmiyorum... Kafamda deli sorular.

Bugün sözde izinliyim, son dakika gelen bir toplantıya gireyim diye bilgisayarı bir açtım. Sonra da orada kayboldum, o mailden bu maile, yolumu şaşırdım.

Bir de son dakika gene acil bir vize işinin içinde buldum kendimi, neden şöyle sakin, dingin ilerleyen işlerim yok benim acaba? Hep stres, hep kaos.

Bu kadar stresin vücuduma nasıl bir etkisi oluyor ve ne zaman sonuçları görmeye başlarım diye de ufaktan bir tırsmıyor değilim ama...

Ay neyse kendim bile daraldım şu an yazdığım bu yazıdan.

Öperim gözlerinizden ve yeni dişlerimle geri gelirim diye umuyorum...

Adios.
Applesoda
1 Temmuz 2025

Delilirikler

O eski hikâye bitti,
şaşkınlığımdan doğdum
denize düştüm
kuruyup geliyorum.


demiş Birhan Keskin "Kim Bağışlayacak Beni" isimli kitabında. ❤︎

30 Haziran 2025

Tanıdık bi yerde bul beni...

Hello,

Bazen kaybolduğunuzun farkında bile olmamışken işte buldular beni diye düşündünüz mü?

Tam anlatamadım, durun biraz açalım.

Haftasonu olmasına rağmen çalışıyordum, kargo dahil kimseyi beklemediğim bir anda kapı çaldı.  Toplantıdaydım hatta, kapıyı bir açtım nenem.

Hiç beklemiyordum. Bu arada hiç bir aile büyüğüm maalesef hayatta değil, baba tarafından aile büyüklerim ben doğmadan önce vefat etmişler. Annemin babasıyla hemen hemen hiç anım yok yine erken vefat etmişti kendisi, anneannemle güzel günlerimiz oldu en azından.

Ama onların hiç birini tanımadan da önce nenem ve dedem vardı, manevi aile büyüklerim. Annemler ilk evlenip İstanbul'a yerleştiğinde onlarıın evini kiralamışlar.

Ben onların evinde doğdum, her zaman beni ilk torunum diye sevdiler. Annem-babam çalışıyordu, onlar göz kulak oldular. Çocukluğuma dair hatırladığım bir çok anımda onlar var.

Hatta zamanla kendi torunları oldu ama ne bana ne kardeşlerime asla öz torunları olmadığımıza dair birşey hissettirmediler.

Bugün böyle hiç bilmediğim bir yerimdeki bir boşluğu pıt diye elipyle bulup kapattı sanki nenem. "Ben seni çok özledim, bayram da geçti gelmedin, sen böyle yapmazdın." dedi.

O kadar kendi dertlerime dalmıştım ki gerçekten unutmuşum. Bayram da zaten bayram gibi geçmemişti, aklıma bile gelmedi.

Kaybolduğumu bile bilmediğim bir anda, çocukluğum gelip buldu sanki beni.

Haftaya gelirim oturmaya dedim, gelmeden ara dolma yapacağım dedi.

Hani demiştim ya bir kaç yazı önce, iyiliğimin gözetilmesi nasıl birşey bilmiyorum diye. Belki ondan oldu bilmem ama çıkıp gelip buldu beni.

Bu sıra biraz fazla yorgunum, daha önce hep dalgasını geçtiğim tükenmişlik sendromuna bu sefer kesin girmiş olabilir miyim acaba?

Neyse yazıya bir şarkı bırakıp kaçıyorum.


Sevgilerle, Applesoda.

Not: Resimdeki kutuyu çok beğendiğim için kendime ve kızlara hediye almıştım, kendime aldığımın içinden en sevmediğim kitaplardan biri olan "Kürk Mantolu Madonna" çıktı, inşallah kızlara iyi birşeyler çıkar.

Notun Notu: Ne demiştim size, "sizin kendinize vermediğiniz kıymeti kimse size vermez", yarın bu sözümü hatırlayıp kendinize ufak bir hediye alın.
23 Haziran 2025

Dünya tek, biz ikimiz...

Hello canımlar,

Öncelikle şunu belirteyim delirmedim ama yaz bitene kadar delirmeyeceğimi de garanti edemem, Bakırköy'de lütfen şahsım için bir boş yatak bulundurulmasına dikkat edelim.

Küçük danamla karne alma işinin altından başarıyla kalktık, bugünler biraz zor olsa da üstesinden gelmeye de çalışıyoruz.

Sokaklardan eve gelemediğimiz günlerdeyiz, üşenmedim bu akşam oturdum okulun açılmasına kaç gün kaldı diye takvim yaptım. Beni taşlamadan önce peki bir sorun bakalım, neden yaptım?
    
    1. Sayılı gün çabuk geçer tabii ki bunu benim söylememe gerek bile yok.
    2. Benim şu sıcakta kapasitemin yettiği tek şey uzanıp tavan seyretmek iken, evladım erkek olduğundan mütevellit; atlamak, zıplamak, hoplamak, hiç olmadı tepinmek bütün bunların yanında tüm gün aralıksız futbol konuşmak istiyor ki.... Bakın iki günde temiz tükendim.

Eğer uyum haftası dedikleri şey yalan çıkmazsa, geçtiğimiz iki günü de düşersek 69 gün daha direnmemiz lazım, yok geçen seneki gibi okula gidince; "Tamam tanıştık, şimdi gidin haftaya gelin." derlerse eğer uzaklara bakmaya gerek yok beni gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde bulabilirsiniz.

Gidip instagramdan story atacağım çocuğumla tüm gün futbol konuşacak, arada biraz oynayacak, sokakta takılırken göz kulak olacak aklı selim bir kişi aranıyor diye.

Olmadı yaz okulu şart artık, ben durumlarımız neticesinde yaz okulu nasıl olur kestirememiştim. Gerçi yaz okulu dedikleri de nitelikli dolandırıcılıkta yeni bir seviye ama deniz düşen yılana ay pardon dolandırıcıya sarılır yapacak birşey yok. 

Ya da akıl sağlığımın farklı bir kısmından feragat edip bir süre annemlerin yanına gideceğim, çocuğum temiz hava, bende sinir stres yükleneceğim.

Seçeneklerin her biri, bir diğerinden daha iç açıcı nasıl karar versem bilemiyorum.

Amaaağğğnnnn neyse canım, bir şekilde su akar yolunu bulur, ben bir 69 gün daha elbet bir şekilde direnirim değil mi?

Burada bana güzel şeyler söylemeniz lazım yorum olarak, yalan olsa da inanırım.

Sevgilerle Delisodaa.
18 Haziran 2025

Sarılırsak geçer mi?

Hello,

Bayramın birinci günü dışarı çıkmaya ikna edildim ama daha evden çıkmadan bazı tatsızlıklar oldu.

Dışarı çıkmak da bana yaramadı, bedenen orada ama aklen ve kalben neredeydim allah bilir...

Eve dönüş yolunda bir şekilde kendimi ağlarken buldum, insanların ağlayan kadınlara uzaylı gibi bakmasını ne yapsak bilemiyorum bu arada...

Öyle ağlayarak ve yürüyerek sakince eve döndüm. Her ikisine de ihtiyacım vardı ve iyi geldi diyebilirim.

Ama o sırada birşey farkettim, neden ben hep yalnızım?

Biliyor musunuz ben birilerinin çocuğu olmak nasıl birşey hiç bilmiyorum sanırım. Yani sanmam gerçekten bilmiyorum. 

Babam sadece kendisi ile ilgilenen bir insandı, annemse babam yüzünden sinir hastası olmuştu. Kullandığı ilaçlardan uyuşuk uyuşuk dolaşırdı. İlaçları bırakınca da iş buldu ve evden kaçmak çaresi oldu.

Küçük anne diyorlardı bana, altı yaşındaydım ve evde kız kardeşimle yalnız kalıyordum. Mesela "küçük anne" tanımlamasından ne kadar nefret ettim insanlar asla bilmez, çünkü bana kimse sormadı bunu... Beni bu tanımlamanın karşılığına dönüşmek zorunda bıraktılar.

Saat kullanmayı ben o sırada öğrendim. Akşam annemin eve geleceği saati beklerdik, kızkardeşim ağlardı. Bazen susturmayı başarırdım bazen de başaramaz bende ağlardım. Camda otururduk beraber ağlardık.

Yani anneliği çok iyi bilmekle beraber (çünkü çok uzun süredir kardeşlerimin annesiydim), bir ebeveyne sahip olmak nasıl birşey bilmiyorum. Seni düşünecek büyüklerinin olması her şartta iyiliğinin gözetilmesi nasıl birşey hiç bir fikrim yok.

Belki önceden bunlar canımı acıtmıyordu ama anne olduktan sonra sanırım eksik çocuk yanlarım ortaya çıktı.

Hatta kız kardeşim ve erkek kardeşim ben boşanacağımı söylediğimde çok şaşırdı ve nasıl tepki vereceklerini bilemedi. Aslında sanırım onlar için de sanki ablaları değil anneleri boşanıyor gibi bir durum oldu.

İşte o gün eve dönerken gerçekten her şartta iyiliğimi gözeten bir annem-babam yok diye çok ağladım. Yanlış anlamayın kendi kendimin sırtını sıvazlamayı çok iyi biliyorum. Bilmem yine de ağlamama engel olmasa da.

Önceki gece Çınar'a durumu anlattıktan sonra sarıldık yattık Çınar'la. Düşünüyordum o sırada, kendi kendimi telkin ediyordum, geçecek hepsi zamanla diye...

Sonra dedim ki kendime belki de biz Çınar'la birbirimize sarıldıkça benim yaralarım da geçer.

Ne diyorsunuz sarılırsak geçer mi sizce de?

An itibariyle bugün boşandık, cuma günü gidip son resmi evraklarımızı teslim alacağız. Çınar bugün babasının evinde ve eğer isterse orada kalacak. "Burada kalmak çok iyi bir fikir." diyormuş babasına.

Sanırım ben kocamı, Çınar'da beni terketti. Tabii ki bu işin şakası.

Biliyorsunuz yaşarken hiç komik değildi ama üç beş sene sonra geri gelip okuduğumda yazının içerisinde gülebileceğim küçük anlar olsun istiyorum.

Muhtemelen yakında yine gelirim, kalın sağlıcakla.

Eksik kalan çocukluklarınızı sevgiyle kucaklıyorum.

Applesodaa
28 Mayıs 2025

Durum Raporu: Canım ben şimdi çileden çıktım nereye geleyim?!

Selam dostlarım,

Tam olarak insanlara kendinize gelin sizi orada bekliyorum diye bağırmak istediğim günler geçiriyorum.

Bu arada boşanma başvurumuzu da yapınca artık yavaş yavaş insanlarla da kararımızı paylaşmaya başladık. Kızlarla bir akşam buluşmuştuk, "Eee ne var, ne yok?" sorusuna "Boşanıyorum." deyince herkese kal geldi. Kimle konuşsam "Ay ne desem bilmem ki.." şeklinde yorumlar duyuyorum. Arkadaşlar "Hayırlı olsun." denilebilir mesela, çok da abes kaçmaz yani.

Ay bir de kararımı eşimle paylaştığım ilk günlerde ev üstüme üstüme gelince kafeye gitmiştim çalışmaya, eşim de sonra uğradı bir şey için, konumuz boşanma ama kafede "Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir." çalıyor. B*k biliyorsun sen diyesim geldi şarkıcıya da diyemedim, içimde kalmasın size yazayım bari.

Daha önce de dediğim gibi kavga gürültü olmayınca, ortada insanlara mantıklı gelen bir sebep görünmeyince şımarıklıktan işte tutturdum bir boşanma, bana rahat battı havaları esiyor eşimin arkadaş grubunda. 

Eşime "velayeti sen al, boşanmıyorum de bırak sürünsün mahkemede yıllarca" şeklinde akıllar veriyorlarmış. Adamı delirtmişler, elimden bir kaza çıkacaktı dedi. Allah insanı dost görünümlü düşmanlardan korusun. 

Sevemedim karagözlüm ben senin arkadaş grubunu yıllarca diyemedim mi, yok valla dedim. Dedim yani içimde tuta tuta geldik buralara, artık saldım çayıra mevlam kayıra ama tabii saygı çerçevesinde. İstedim ki görsün ki uzak tutsun hayatından bu faydasız yaratıkları, ona da bi zararları dokunmasın.

Bir de bu gruptan birinin eşi bana nasılsın iyi misin, var mı bir ihtiyacın şeklinde bir mesaj attı. Üzerine yazışmaya başlamıştık ki "Görüşelim bizim de durumlar sıkıntılı zaten, benim konuşmaya ihtiyacım var." dedi. Bak dedim iki gün sonra boşanacağım dersin benden bilirler, sen gene de git başkasıyla görüş. Tabi ben aslında dalga geçiyordum ama o sırada kız bana "Neyse kocam geldi, sonra konuşuruz, şimdi senle konuştuğumu görmesin." yazdı. Galiba ben yasaklandım arkadaşlar, RTÜK herhalde bana da yayın yasağı getirdi. Ay şaka gibi... Ama gerçek.

Aaa bu arada şey demişler arkamdan, kararı çok kesin, gemileri yakmış. Gemileri yaksam ruhunuz duymazdı ben limanı dinamitledim aslında ama neyse...

Yani bir de neden arkamdan söylenen her söz de bir şekilde önüme geliyor ya, çekilin gidin hayatımdan yeter be yeter diye naralar atacağım en sonunda.

Bir de mesela bekliyorlar ki salya sümük ağlayayım, perperişan olayım. Tamam da o evreleri biz evin içinde yaşadık, üstelik de çocuğumuza çaktırmamak için deliler gibi çabalayarak. Ağladık, zırladık, bir noktada da tükendik. Sizi inandırmak için biraz da size mi ağlamamız lazım anlamadım ki?

Ben ağlayamıyorum artık şu noktada, işi bir miktar deliliğe vurmak beni daha güçlü yapıyor. Bende böyle yaşıyorumdur belki acımı, size ne yahu?! Sözüm tabii size değil çevremizdeki densizlere.

Gördüm ki çevremi güzel insanlarla donatmışım, kimse bana neden, nasıl demedi. Herkes bir karar vermeden enine-boyuna düşünüp öyle karar verdiğimin farkındaydı. Bana sadece bir ihtiyacın var mı, ne yapabiliriz senin için, çıkmak konuşmak ya da değişik birşeyler yapmak istersen söyle. Neye ihtiyacın olursa söyle şeklinde destekleyici yorumlar geldi.

Ne gelirse manasız, faydasız, çıkarcı, dedikodu yapmaya yönelik yorum eşimin çok sevdiği o arkadaş grubundan geliyor. Eh işte bazen de acı gerçekleri insan böyle zamanlarda görüyor. Gerçekten çevresindeki insanlardan bunaldı ve destek alacak da bir arkadaş bulamıyor. Onun için de durum çok zor ama elimden dua etmekten başka birşey de gelmiyor.

Boşanma talebi benden geldiği için eşimin bu fikre alışması zaman aldı. Dinledi, anlamaya çalıştı, hak verdi, bazı noktaları fark etti ama yine de boşanmaya gönülsüzdü. Bir yanı kabul etse de gerçekten bir yanı da direniyordu. 

"Başvuru yapmaya gitmeden önceki gece sabaha kadar düşündüm. Gitsem mi gitmesem mi diye deliler gibi kafa yordum. Ama en sonunda dedim ki elinin değdiği ne güzel olmadı şimdiye kadar. Bir çok talebine direndim istemedim ama sonucu görünce de çok beğendiğim, tahmin etmediğim kadar güzel oluyordu her seferinde. Ya da direndiğim her kararın, güzel sonuçlara varıyordu, ancak sonradan görebiliyordum. O yüzden bunu istiyorsa, bunun herkes için iyi olacağına güveniyorsa vardır bir bildiği dedim." dedi bana. 

Böyle düşünerek bulabilmiş içinde o gücü, ben kendisinden razıyım dostlar, kayıtlara geçilsin. Boşanmaya giderken bile bu kadar güzel düşünebildiği için ne desem bilemiyorum, azıcık da ağladım tabi...

Yine de nazar etmeyelim de bakın henüz boşanmadık, bu arada tarih 18 haziran olarak verilmiş, hakkımızda hayırlısı... 

Görelim bakalım mevlam neyler, neylerse güzel eyler.

Not: Bu arada milletin ne söylediğini gram kafama takmıyorum, ama gün olur devran döner ilerde kim ne demişti diye hatırlamam gerekirse diye herşeyi kayıtlara geçmeye ant içtim. İntikam almam gerekirse ileride hanımefendi olmayabilirim yani kimseye öyle bir söz vermedim. 

22 Mayıs 2025

Alırım başımı, başım bir deli nehir...

Bu şarkıyı ilk dinlediğimde bu dizeyi çok sevmiştim. Çok "ben" gibi hissettirmişti.

Burası benim için bir günlük, hayatımın bir kaydı, hatta en zor anlarımda hep kendimi yazarak ifade ettiğim için hayatımın en zor anlarının belki de en önemli tanığı.

Şimdi bu şarkıyı başa sarıp sarıp dinlerken hayatımın en önemli kararlarından birini burada anlatmaya geldim.

Boşanmaya karar verdim. Boşanıyorum.

Kolay bir karar değildi. 4 yıl süren sevgililik dönemi, üzerine neredeyse 10 yıllık bir evlilik ve 5 yaşında bir çocukla bu kararı kolayca vermek mümkün olmaz, olamaz.

Boşanmayı ben talep ettiğim için, çok güle oynaya boşanmaya gidiyormuşum bir bir algı var bazı insanlarda. Oysa ki hayatınızın onbeş yılını kenara koymaya karar vermek, güle oynaya verilecek bir karar değil.

Hayatınızın bazı anlarında çevrenizdeki insanları yeni baştan tanıyorsunuz. Mesela ailelerimiz beklemediğimiz kadar destekleyici bir şekilde kararımıza saygı duymayı seçerken, bazı yakın arkadaşlarımızsa bu kararı onlarla neden paylaşmadığımızı, onlara neden danışmadığımızı soruyorlar.

Bence aslında soruyu kendilerine sormaları gerek, özellikle eşim çevresinde bu kararını paylaşıp, destek alabileceği kimsesi olmadığını gördü. Haliyle boşanmaya giderken de yan yana yürüyoruz bu yolu.

Zaten kavga, gürültü eşliğinde, birbirimizi kırarak-inciterek alınan bir karar değildi. Çocuğumuzu olabildiğince az hasarla bu işten nasıl çıkarırız diye düşünerek geçirdik günleri. Ama eşimin duygusal olarak destek alacak kimseyi bulamaması da bu yükü benle paylaşmaya yönelmesine sebep oldu.

Evlilik çok garip bir şey arkadaşlar, on yılın sonunda çok iyi arkadaş olmuşuz, gerçekten kendisine minnettarım. Ama yolda bir yerde birbirimizi önemsemeyi, birbirimizi eş olarak görmeyi, sevgimizi göstermeyi bırakmışız.

Bazı şeyler; mesela sevgi gibi, pek ortalıkta görünmediğinde ise zamanla yok olabiliyor sanırım. Çünkü insan bir yerde karşısındaki kişi için önemini, ne ifade ettiğini, gerçekten sevildiğini bilmek istiyor. Ya da bana öyle oldu diyelim. Tabii ki her evliliğin dinamiği farklı, herkesin arayışı da elbet farklıdır.

Bugün aldığım karar bizi çok zorlasa da ileride herkes için en hayırlısının bu olduğunu düşündüğüm için bu yolu seçtim. 

Bir arkadaşım "On yıllık evliliğiniz, bir çocuğunuz var."  dedi. Evet var, bende kesinlikle farkındayım. Ama ben çocuklar için sürdürülen bir evlilikteki "o çocuktum", o hayat da tahmin edemeyeceğiniz kadar derin izler bırakıyor insanın ruhunda.

Bir başkası ise "İncir çekirdeğini bile doldurmayacak şeyler yüzünden yapmayın böyle." dedi. İncir çekirdeğini bile doldurmayacak kadar küçük şeylerin de insanları çok incitebildiğini farketsek mi artık?

Bir başka arkadaşımın ilk etapta sorduğu sorular beni çok sinirlendirse de sonradan anladım ki, duygularınız tavan yapmışken göremediğiniz bazı şeyleri birinin size göstermesi, sorması lazım. Acı ama bu da gerekli. Tabii bunu görmem için bir miktar zaman geçmesi gerekti.

Ben istedim ki karşılıklı saygımızı yitirmemişken, birbirimizi hala arkadaş olarak görürken ve değer verirken tam bu noktada yola nokta koyalım. Bu bir yoldu, hemde uzun bir yol, yürüdük ve bir yol ayrımına geldik, bu noktada hepimiz için en iyisini dilemekten ve bunun için çabalamaktan başka bir şey gelmiyor elimden.

Resmi başvurumuzu yaptık ve mahkemenin bize bir gün vermesini bekliyoruz. Yol uzun, biraz çetrefilli, duygusal olaraksa yükü inanılmaz ağır. 

Sadece güzel güneşli günlere çıksın yolumuz diye umut ediyorum.

Sevgiler.

Applesoda

8 Mayıs 2025

"Bazen hayatta hiç beklemediğin bir anda karşına bir şey çıkar ve parmağını uzatıp bir şey gösterir sana."

" Neymiş o şey?"

"Bir roman kahramanı mesela. Kitapta bir laf eder. Altı çizilecek cilalı cümlelerden değil ama, kendi halinde bir cümle. Bir tek sen cımbızlarsın onu kitabın kalabalığından. Sırf sana bir şey anlatır o cümle.

Başka herkese susar."


demiş Melisa Kesmez "Bazen Bahar" isimli kitabında.

Search

About

Bendenizle ilgili bilgiler için "Kim Bu Kız" sayfasına gidiniz lütfen.