- Geçtiğimiz hafta izinli olduğum için pazartesi işe dönmek zaten psikolojik olarak çok zordu, fakat mail kutumda bekleyen 155 mailin de pek yardımı olmadı. Gerçi hakkını yemeyeyim iş arkadaşım maillerin %99'una yanıt vermişti ama psikolojim çalışmayı kabullenemedi yine de.
- Salı günü dişlerimde bir kaç düzeltme yapılıp, son kez ve kalıcı olarak yerine takılması süreci vardı ki yaklaşık üç buçuk saat dişçide kaldık. Ben elimde laptop çalışıyorum, Çınar dişçideki asistanlarla oyun oynuyor derken günü kapattık.
- Çarşamba günü kurulum günüydü. Geçtiğimiz hafta pat diye bir akşam istifasını veren bulaşık makinesinin yerine yesini almıştım. Ama almakla bitmiyor ki, hurdacı bulması... Eskiyi vermesi... Yeniyi kurdurması... Bilmem kaç kere o leş olan yerlerin silinmesi... Bütün bunlar yaşanırken resmi olarak çalışıyor olmam da cabası...
- Perşembe artık bize bir değişim lazım diyerek kendimizi ofise atmaya karar verdim. Bir ara şirketimizin Ceo'suna birşeyler anlatırken Çınar gelip pat diye bana sarıldı. Allahtan çocuksever bir şirketimiz var. :) Ofis sonrası market serüveni yaptık. Eve gelebildiğimizde saat sekizi geçiyordu. O saatten sonra bir de yemek hazırladım, haliyle evde çocuğum var, aç yatmak bir seçenek değil. Bir yandan da arabaya ikinci bir tur yaptım market poşetleri için, bakın o kadar ama o kadar yorgundum ki... Yorgunluktan ağlayasım geldi ama "ağlamicam" inadım tuttu. Ağlamicam, banane.
- Yemek yaparken de Çınar halimi görünce "Ne oldu?" diye sordu bende çok yorgun olduğumu söyleyince "Gel sana bir sarılayım, enerji vereyim." dedi. Sarıldık bu sefer de gözlerim doldu, duygulandım bana; "Merak etme enerjiler birazdan yüklenir." dedi. Balböceğim ya... İyi ki doğurmuşum.
- Bugün de işte niyet ettim Allah rızası için haftalardır bekleyen masraflarımı sisteme yüklemeye, gazam mübarek olsun.
Cumalar candır, gerisi zarar ziyan...
Bir Mısır macerası...
Helloooo,
Bir ülkeye ilk kez gitmek her seferinde bende ufak bir stres yaratıyor, sanırım beni neyin beklediğini bilmiyor olmak kontrol manyağı tarafıma yaramıyor.
Mısır seyahatine çok aniden karar verdiğimiz için üzerine hazırlık yapacak hiç zamanımız yoktu, ben son gün bir yandan sürüş testine ordan koştur koştur dişçiye git-gel yaparken seyahatimde bana eşlik edecek arkadaşım da hazırlıkları yapıyordu.
Bu sırada aslen Mısır'lı olan çok yakın çalıştığım biricik ekip arkadaşım bana bazı tüyolar vermişti seyahatimizi öğrenince; yanımızda nakit bulundurmamızın iyi olacağı gibi bazı bilgiler, benimle gelen arkadaşım da nakit işi bende dedi.
Zaten vaktim olmadığı için bu nakit işini ona bıraktım bende. Bu kısmı aklınızda tutun bu konuya sonra tekrar geleceğiz.
Nedendir bilinmez nereye gitsem sabahın bir körü gidiyorum, eşlikçim de pek dakikliği ile bilinen birisi değil, daha önce kendisi yüzünden uçak kaçırıp havalimanında oniki saat beklemişliğimiz var bu nedenle de daha uyumadan önce bile gergindim.
Neyse ki kazasız belasız Mısır'a vardık. Pasaport kontrolüne girmeden vize alacağız, sıra bize geldi, görevli ödemeyi nakit istedi. Arkadaşım da demesin mi "Aaa ben nakit çekmeyi unuttum."....
Yahu sadece çekmesi yok ki, çekmesi ayrı başka kura dönüştürmesi ayrı, bunların hepsini nasıl unuttun. Kendi kendime dedim ki "Tamam sakin, illa ki bir ATM buluruz para çekmek için, hesaptan döviz alır, o şekilde çekeriz."
"Benim yanımda banka kartım yok." dedi.
Arkadaşlar bende imkansızı mümkün kılmaya bayılsam da her zaman da uygun koşulları yaratamam ya, bir yandan telefonda havalimanındaki ATM'leri araştırırken, bir yandan da süt dökmüş kuzuya dönen arkadaşımı banka sırasına soktum. Koskoca banka illa ki kartla ödeme alır diye düşündüm.
Hayır ülkeye en azından bir giriş yapsak, sonra illa ki para çekecek yer bulurum diye düşünüyorum. Canım arkadaşım yanımda kilitlendi kaldı, sıra bize geldi diyor ki "Konuşmayı unuttum."
Çok şükür ki kartla ödeme yapılabiliyormuş, vizeleri alıp, heykele dönen ekip arkadaşımı da sürükleyerek pasaport sırasına gidebildik.
Havalimanından çıkarken Uber çağıracaktım, o sırada bir görevli havalimanı taksisi ister misiniz diye sordu. Önceden uyarıldığım için ne kadar olduğunu sordum. Olması gerekenin üstünde ama yine de kabul edilebilir bir ücret söyledi, bende kartla ödeyebilir miyiz diye sordum, teyit alınca da olur diyerek kabul ettim.
Otele geldik şöförle aramızda geçen diyalog şu şekilde;
-Kartla ödeyeceğim.
*Pos cihazım yok.
-Nasıl yok, tam üç kere sordum kartla ödeyebilir miyim diye ve evet dediler.
*Olabilir ama benim cihazım yok.
-Ne yapacağım peki?
*Otelde ATM var çekin, gelin.
Allahım sana geliyorum diyemediğim için ATM'ye gittim. Her ihtimale karşı yolda döviz almıştım hesabımdan ama ATM döviz vermiyor. Şansımı bir başka bankanın ATM'si ile deneyeyim dedim. Buradan Arab African Bank'a tüm kalbimle sevgilerimi gönderiyorum. Sen olmasaydın olmazdık.
Canını sevdiğimin Arap bankası hesabımdaki TL'den direkt EGP'ye dönerek bana Mısır poundu verip hayatımı kurtardı.
Şaşkın ördeğe dönen ekip arkadaşım herşey hallolunca biraz uyuyup piramitlere gidelim dedi. "Yav he he" dedim ve gittim odama.
Ekip arkadaşım asla dakik bir insan olmadığı için buluşmak için sözleştiğimiz saaatten ancak bir saat sonra uyanabildi. O saatten sonra ne piramiti. :)
Yemek yedik ve döndük.
Yanımda olan arkadaşımın değil, her daim güzel tavsiyeler veren Mısırlı biricik takım arkadaşımın önerilerini dikkate alarak ertesi gün National Museum of Egyptian Civilization'a ve Grand Egptian Museum'a gittik.
Piramitler o sıcaklıkta görülecek gibi değildi, bende aklımı peynir ekmekle yememiştim.
National Museum royal mumyaları barındırdığı için meşhurmuş onları görmek isterseniz gitmeniz gereken yer belli.
Grand Museum ise çok ayrı bir hikaye, inanılmaz bir müzeydi bayıldım. Beni üzen tek nokta Tutankamun Galerisinin 2026 yılında açılacak olmasıydı bu nedenle biz göremedik. Müze, Louvre'dan iki kat daha büyük bir alana sahip, içerisinin dizaynı mükemmeldi. Eserlerin konumlandırılması, ana galerinin büyüklüğü... Herşey inanılmaz güzeldi bence iki nokta dışında; dünya kadar restoran var içerde ama müzenin asıl hediyelik eşya dükkanı müzenin büyüklüğüne göre çok küçüktü. İkinci nokta ise Mısır o kadar etkileyici bir tarihe sahip ve o kadar geriye uzanan bir arşivi var ki, bunu anlamak ve anlamlandırmak için müzede tek bir gün bence yeterli değil.
Bu arada müzeler ücretli hatta Grand Museum hayatımda ziyaret etme şerefine nail olduğum en pahalı müze olabilir. Türk lirası ile 1000 liranın biraz üzerinde bir ücreti var.
Hava Mısır'da çok sıcaktı ama Ankara sıcağı gibi düşünün en azından nem yoktu ki bu bir artıydı bence. Trafik inanılmaz kaosluydu, trafik kuralı diye birşey varsa dahi uyulduğuna dair bir işaret ben görmedim. Arabalar yanınızdan silme geçiyor, ne zaman taksiye binsek ekip arkadaşım sürekli diken üzerindeydi. Bu arada taksiler bizim ülkemize göre inanılmaz ucuz. Bu kaosta araç süren her hemcinsime içimden şapka çıkarttım.
Yeme-içme aktiviteleri de Türkiye'ye göre çok daha ucuz, müze gezmekten ayaklarımıza kara sular indiği gün akşam yemeğini otelde bir restoranda yeriz diye düşünüp otele geri döndük. Lübnan restoranı olduğunu da görünce onu seçtik, şansa bakın ki restoran Michelin yıldızlıymış. Buna rağmen ödediğimiz ücret kişi başı 1500 TL idi. Gerisini artık siz hesap edersiniz.
Ofisten bir arkadaşım daha önce Mısır'dan bahsederken "Ay heryer kahverengi, çok sıkıcı bir ülke." demişti. Bakın yemin ediyorum insanların sığlığı beni öldürüyor. Havalimanından otele yaptığımız kısacık yolculukta bile dikkatimi çeken ilk şey, aklımdan geçen ilk düşünce "yeşil"di.
Evler kahverengi ama bunun nedeni bence evleri ne renk yaparsanız yapın bir süre sonra hava koşulları nedeniyle evlerin renklerinin değişmesi. Olabilecek her yerde ağaçlar vardı, kahverengilerin arasından sürekli kendini gösteren o yeşil renk o kadar muazzam bir his veriyor ki. Bir de mesela balkonlar var, evet evler kahverengi ama balkonların hepsi farklı farklı, kimisi inadına capcanlı renklerdeydi.
Sokaklarda yürürken ince bir kum tabakası gözüme çarptı, sanırım çöle doğru bir genişleme mevcut, emin değilim kontrol etmeye de üşendim. Ama o ince kum tabakası "Doğa her zaman kendinin olanı geri alır." hissi verdi bana her gördüğümde.
Bi ufak hayal kırıklığım Nil ile alakalıydı, beni delirten ekip arkadaşımı şurdan itsem mi acaba diye delice fikirlere kapıldığım bir anda suyun inanılmaz kirli olduğu konusunda bilgilendirildim. Nedendir bilmem ama bunu beklemiyordum.
Nil kıyısına yemek yiyelim diye gittik ama akşamüzeri gittiğimiz için manzarayı pek kısa izleyebildik. Dönüşte de taksi bulamadık. Kuş uçmaz kervan geçmez ıssız ve karanlık bir yerde kaldık öyle. Uber asla gelmiyor. En sonunda restoranın oradaki taksilerden birine binelim dedim, onu da yanımdaki arkadaş kabul etmiyor, güven vermiyor diyor. Bakın tam o noktada yine bir delilik almasın mı beni; "Bu karanlık ıssız, garip yerde kalmak çok mu güvenilir?" diye bir çemkirdim. Kız taksiciden daha çok benim deliliğimden korktu.
Sonraki günler müşteri toplantılarıyla geçti de, gezme görme işi aradan çıktı çok şükür. Çünkü neden? Seyahat arkadaşı önemlidir, herkesle seyahat edilmez.
Ay bir de unutmadan size Mısır mutfağı deneyimlerimi anlatayım. Mısır'daki arkadaşlar bizi yemeğe götürmek istediler daha önce Mısır mutfağı denemediğimiz için de restoran ona göre seçildi. Onlar sipariş verirken bende telefonumda mail atmakla meşgul olduğum için ne sipariş edildi bilmiyordum açıkçası, ara sıcaklar gelince böyle ete benzeyen birşey gördüm ondan başladım, tadı da güzel, bir yerden çıkaracağım ama çıkaramıyorum derken seyahat arkadaşım demesin mi "ciğer", ben normalde ciğer sevmem, yüz sene yemesem aramam. Ama buradaki ciğerin tadı çok lezzetliydi ve ciğer gibi de değildi.
Bir de pilav ve yeşil çorba benzeri bir yemek geldi, tüm çocukların favorisi dediler. Pilav üzerine yeşil çorbadan dökülüp yeniyormuş, çorbanında içinde asma yaprağı var çözebildiğim kadarıyla, bakın yemeğin vallahi tadı güzel ama tek sorun ne biliyormusunuz görüntüsü... Kaşığı daldırdım tam alıyorum, kötü pişmiş bamya gibi uzamaya başlamasın mı.... Da da da damm... O noktada denemek için kendime "Ölmezsin, devam et!" demek zorunda kaldım. Millet gözümün içine bakıyor, nasıl kırayım insanları. Sonra baktım tadı vallahi güzel ama gözü kapalı yemem lazım, o uzayan ağdalı görüntü içimi bir acayip yaptı. :)
Tam yemek faslının sonunda doğru bir yemek daha geldi dediler ki; "Bakın bu çok özel, bunu yiyebileceğiniz tek müslüman ülkesi burası." Allah Allah dedim nedir yani bu yemek? Demesinler mi güvercin...
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar türküsünden sonra bir de güvercin travmam oldu, ne zaman güvercin görsem "gezme sen buralarda bak valla seni yerler" oldum. :)
Unutmadan hemen tatlıları da kısacık bir anlatayım soldaki "Beyrut Gazel", bunu Michelin yıldızlı restoranda sipariş ettik. Aslında tatlı ne önerirsiniz diye sorunca spesyalimiz deyip bunu getirdiler. Tarifi veriyorum, pişmaniye üstü sakızlı dondurma. :) Ama yine de seyahatim süresince yediğim tadı en güzel olan tatlı buydu.
Sağ üstteki "Em Ali", bunu biricik ekip arkadaşım önerdi. Fındığı içine katılmış fazla sıcak sütlaç olarak düşünebilirsiniz. Sıcak süt sevmem ben diyen seyahat eşlikçim yemedi ama ben sevdim, sadece az biraz soğuk olsa çok daha güzel olurdu bence.
Sona kalan tatlımız da "Baklava" bunu Em Ali'yi beğenmeyen arkadaşım söyledi ve yeniden hayal kırıklığına uğradı. Çünkü bu bizim bildiğimiz baklavalardan değildi. Baklava kısmı fazlaca sertti, o şerbete mi batırılıyor, şerbet üzerine mi dökülüyor hiç bir fikrim yok.
Bir sonraki ziyaretim için önceden bazı ayarlamalar yaparak Mısır'da görmek istediğim bazı noktalar var. Bakalım ben görürsem illa ki gelir yazarım. Çenem düşüktür bilirsiniz, duramam.
Eee ne düşünüyorsunuz, gider misiniz Mısır'a?
Sevgiler Applesodaa.
Durum Raporu: Herkesin derdi para olmuşsa...
- Nerelerdeydim diye sorarsanız eğer? Bilirsiniz ki sormazsanız da söyleceğim. Cevap veriyorum dostlarım sıkı durun; evdeydim. Bütün bir yazı başarı ile evde sonlandırmaya çok yaklaştım bakın. Bende kendime şaşırmıyor değilim ama napalım, kısmet.
- Arada annem geldi, bir hafta için gelmişti ama madem geldi deyip alıkoydum iki hafta kadar kaldı. Milletin annesi gelince yemek yapar, ev temizler falan, ne bileyim bir takım yardımlar olur yani, benimki gidince ben ev temizledim. Hayat zor.
- Annemi burda alıkoyduğum süre içerisinde hızlıca bir Mısır'a iş seyahati yapıp geldim, onu artık bilahare başka bir yazıda anlatırım. Hem Mısır'ın bence anlatılacak çok şeyi var, hemde seyahatim boyunca yanımda olan iş arkadaşım sağolsun olaysız beş dakikamız geçmedi.
- İstanbul'da kimseyle görüşemiyorum, koca bir yaz mevsimini böyle kendi başıma elim böğrümde yedim gibi. Hafta içi sürekli Çınar'la beraberim ancak çocuklu arkadaşlarım ile denk getirebilirsek görüşebiliyoruz. Hafta sonu rutinimiz olmadığı için (hala herşey çok karışık) hiç bir plan yolunu bulup da tamamına eremiyor benim hayatımda. Haliyle bende plan yapmayı bıraktım.
- Ex eşim bana Can Bonomo için konser bileti almış, bir ay kadar önce de vermişti. -Zamanında aldığım ama kendisi beni hep son dakika ektiği için gidemediğimiz etkinliklerin diyetiydi sanırım bir nevi.- Çok sevdiğim ve dosdoğru dinleyebilme şerefine asla erişemediğim bu sanatçının konserine bu biletlerle gidesim de hiç yoktu açıkçası. Kızlar "O kadar alınmış bilet ziyan mı olsun, iki bilet de sende zaten git istediğin gibi." deseler de ne bileyim işte bir şekilde içime sinmiyordu. O gün yine aldığı bileti unutan ex eşim "Akşama işim var Çınar sende kalsa olur mu?" diyerek kendi hediyesini kendi baltaladı.
- Elbet bir gün dinleyeceğim seni Can Bonomo, sırf çektiğim şu kadar şeyin hatırına en ön sıradan mı alsam acaba bileti? Düşüneyim bakalım.
- Dişlerim yapıldı, hatta takıldı, ama bilmiyorum ki gerçekten benim dişlerim mi bunlar. Tastamam olmuş gibi hissetmiyorum. Geçici dişlerden çok daha konforlu olsa da tam da olmadı sanki, cuma günü doktorcuğumla randevum var bakalım ne diyecek. Kalıcı olarak yapıştırmaya karar verecek mi göreceğiz.
- Bu arada kimseyle görüşemiyorum demiştim ya, arada işte güncel durumları bilen -sınırlı sayıda- arkadaşlarımdan bazıları mesaj atıyor. Her zaman her mesajlaşma ya da konuşma mutlaka şuraya geliyor. "Aman tüm haklarını al, aman hiçbirşeyini karşı tarafa yar etme, para, para, para, para!" Gerçekten yıldım, sinirlenip çemkirsem o da işe yaramıyor. Çünkü karşı tarafın varsa bir tecrübesi (bizzat veya dolaylı yoldan) illa ki örneklendirmeye başlıyor. Yani herkesin mi dini imanı para oldu? Ben nasılım, ne durumdayım, iyi miyim diye merak eden asla yok. Yalandan bir ay görüşemedik diyip hoop para konusuna gene geri geliyorlar. "Malımın, mülkümün ortağı mısınız ya?!" diye çıldırsam da anlamayacakları için bende bu gibi sorularda iletişimi pat diye kesmeye başladım. Yetti artık.
- Sürekli Çınar'la beraber olduğum ve günlük kaosun içinde kendimi kaybettiğim için sanırım ağlamaya asla vaktim olmuyormuş benim. Mısır'a vardım, akşam odada yalnızım öyle tavanı seyrediyordum (en sevdiğim aktivitelerden biridir) beni bir ağlamak tuttu. Böyle hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla deli gibi ağladım. O kadar çok ağladım ki, bir süre sonra kendi kendimi "tamam sakin ol, geçecek hepsi" diye telkin ettiğimi fark ettim. Kendi kendimin sırtını sıvazlarken ben anlarından biri daha tarihte yerini aldı. Aman neyse fakat ne ağladım be canım, iyi geldi.
- Geçen gün gene parkta, park teyzeleri ile olaylara karıştım. Bu arada, hani olur ya bir gün karakola falan düşersem kesin arkasından bir park kavgası çıkar. Demedi demeyin.
Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.
Direniyorum acılarına yine dünya...
Delilirikler
O eski hikâye bitti,
şaşkınlığımdan doğdum
denize düştüm
kuruyup geliyorum.
demiş Birhan Keskin "Kim Bağışlayacak Beni" isimli kitabında. ❤︎
Tanıdık bi yerde bul beni...
Dünya tek, biz ikimiz...
Sarılırsak geçer mi?
Durum Raporu: Canım ben şimdi çileden çıktım nereye geleyim?!
Bu arada boşanma başvurumuzu da yapınca artık yavaş yavaş insanlarla da kararımızı paylaşmaya başladık. Kızlarla bir akşam buluşmuştuk, "Eee ne var, ne yok?" sorusuna "Boşanıyorum." deyince herkese kal geldi. Kimle konuşsam "Ay ne desem bilmem ki.." şeklinde yorumlar duyuyorum. Arkadaşlar "Hayırlı olsun." denilebilir mesela, çok da abes kaçmaz yani.
Ay bir de kararımı eşimle paylaştığım ilk günlerde ev üstüme üstüme gelince kafeye gitmiştim çalışmaya, eşim de sonra uğradı bir şey için, konumuz boşanma ama kafede "Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir." çalıyor. B*k biliyorsun sen diyesim geldi şarkıcıya da diyemedim, içimde kalmasın size yazayım bari.
Daha önce de dediğim gibi kavga gürültü olmayınca, ortada insanlara mantıklı gelen bir sebep görünmeyince şımarıklıktan işte tutturdum bir boşanma, bana rahat battı havaları esiyor eşimin arkadaş grubunda.
Eşime "velayeti sen al, boşanmıyorum de bırak sürünsün mahkemede yıllarca" şeklinde akıllar veriyorlarmış. Adamı delirtmişler, elimden bir kaza çıkacaktı dedi. Allah insanı dost görünümlü düşmanlardan korusun.
Sevemedim karagözlüm ben senin arkadaş grubunu yıllarca diyemedim mi, yok valla dedim. Dedim yani içimde tuta tuta geldik buralara, artık saldım çayıra mevlam kayıra ama tabii saygı çerçevesinde. İstedim ki görsün ki uzak tutsun hayatından bu faydasız yaratıkları, ona da bi zararları dokunmasın.
Bir de bu gruptan birinin eşi bana nasılsın iyi misin, var mı bir ihtiyacın şeklinde bir mesaj attı. Üzerine yazışmaya başlamıştık ki "Görüşelim bizim de durumlar sıkıntılı zaten, benim konuşmaya ihtiyacım var." dedi. Bak dedim iki gün sonra boşanacağım dersin benden bilirler, sen gene de git başkasıyla görüş. Tabi ben aslında dalga geçiyordum ama o sırada kız bana "Neyse kocam geldi, sonra konuşuruz, şimdi senle konuştuğumu görmesin." yazdı. Galiba ben yasaklandım arkadaşlar, RTÜK herhalde bana da yayın yasağı getirdi. Ay şaka gibi... Ama gerçek.
Aaa bu arada şey demişler arkamdan, kararı çok kesin, gemileri yakmış. Gemileri yaksam ruhunuz duymazdı ben limanı dinamitledim aslında ama neyse...
Yani bir de neden arkamdan söylenen her söz de bir şekilde önüme geliyor ya, çekilin gidin hayatımdan yeter be yeter diye naralar atacağım en sonunda.
Bir de mesela bekliyorlar ki salya sümük ağlayayım, perperişan olayım. Tamam da o evreleri biz evin içinde yaşadık, üstelik de çocuğumuza çaktırmamak için deliler gibi çabalayarak. Ağladık, zırladık, bir noktada da tükendik. Sizi inandırmak için biraz da size mi ağlamamız lazım anlamadım ki?
Ben ağlayamıyorum artık şu noktada, işi bir miktar deliliğe vurmak beni daha güçlü yapıyor. Bende böyle yaşıyorumdur belki acımı, size ne yahu?! Sözüm tabii size değil çevremizdeki densizlere.
Gördüm ki çevremi güzel insanlarla donatmışım, kimse bana neden, nasıl demedi. Herkes bir karar vermeden enine-boyuna düşünüp öyle karar verdiğimin farkındaydı. Bana sadece bir ihtiyacın var mı, ne yapabiliriz senin için, çıkmak konuşmak ya da değişik birşeyler yapmak istersen söyle. Neye ihtiyacın olursa söyle şeklinde destekleyici yorumlar geldi.
Ne gelirse manasız, faydasız, çıkarcı, dedikodu yapmaya yönelik yorum eşimin çok sevdiği o arkadaş grubundan geliyor. Eh işte bazen de acı gerçekleri insan böyle zamanlarda görüyor. Gerçekten çevresindeki insanlardan bunaldı ve destek alacak da bir arkadaş bulamıyor. Onun için de durum çok zor ama elimden dua etmekten başka birşey de gelmiyor.
Boşanma talebi benden geldiği için eşimin bu fikre alışması zaman aldı. Dinledi, anlamaya çalıştı, hak verdi, bazı noktaları fark etti ama yine de boşanmaya gönülsüzdü. Bir yanı kabul etse de gerçekten bir yanı da direniyordu.
"Başvuru yapmaya gitmeden önceki gece sabaha kadar düşündüm. Gitsem mi gitmesem mi diye deliler gibi kafa yordum. Ama en sonunda dedim ki elinin değdiği ne güzel olmadı şimdiye kadar. Bir çok talebine direndim istemedim ama sonucu görünce de çok beğendiğim, tahmin etmediğim kadar güzel oluyordu her seferinde. Ya da direndiğim her kararın, güzel sonuçlara varıyordu, ancak sonradan görebiliyordum. O yüzden bunu istiyorsa, bunun herkes için iyi olacağına güveniyorsa vardır bir bildiği dedim." dedi bana.
Böyle düşünerek bulabilmiş içinde o gücü, ben kendisinden razıyım dostlar, kayıtlara geçilsin. Boşanmaya giderken bile bu kadar güzel düşünebildiği için ne desem bilemiyorum, azıcık da ağladım tabi...
Yine de nazar etmeyelim de bakın henüz boşanmadık, bu arada tarih 18 haziran olarak verilmiş, hakkımızda hayırlısı...
Görelim bakalım mevlam neyler, neylerse güzel eyler.
Not: Bu arada milletin ne söylediğini gram kafama takmıyorum, ama gün olur devran döner ilerde kim ne demişti diye hatırlamam gerekirse diye herşeyi kayıtlara geçmeye ant içtim. İntikam almam gerekirse ileride hanımefendi olmayabilirim yani kimseye öyle bir söz vermedim.
Alırım başımı, başım bir deli nehir...
Bu şarkıyı ilk dinlediğimde bu dizeyi çok sevmiştim. Çok "ben" gibi hissettirmişti.
Burası benim için bir günlük, hayatımın bir kaydı, hatta en zor anlarımda hep kendimi yazarak ifade ettiğim için hayatımın en zor anlarının belki de en önemli tanığı.
Şimdi bu şarkıyı başa sarıp sarıp dinlerken hayatımın en önemli kararlarından birini burada anlatmaya geldim.
Boşanmaya karar verdim. Boşanıyorum.
Kolay bir karar değildi. 4 yıl süren sevgililik dönemi, üzerine neredeyse 10 yıllık bir evlilik ve 5 yaşında bir çocukla bu kararı kolayca vermek mümkün olmaz, olamaz.
Boşanmayı ben talep ettiğim için, çok güle oynaya boşanmaya gidiyormuşum bir bir algı var bazı insanlarda. Oysa ki hayatınızın onbeş yılını kenara koymaya karar vermek, güle oynaya verilecek bir karar değil.
Hayatınızın bazı anlarında çevrenizdeki insanları yeni baştan tanıyorsunuz. Mesela ailelerimiz beklemediğimiz kadar destekleyici bir şekilde kararımıza saygı duymayı seçerken, bazı yakın arkadaşlarımızsa bu kararı onlarla neden paylaşmadığımızı, onlara neden danışmadığımızı soruyorlar.
Bence aslında soruyu kendilerine sormaları gerek, özellikle eşim çevresinde bu kararını paylaşıp, destek alabileceği kimsesi olmadığını gördü. Haliyle boşanmaya giderken de yan yana yürüyoruz bu yolu.
Zaten kavga, gürültü eşliğinde, birbirimizi kırarak-inciterek alınan bir karar değildi. Çocuğumuzu olabildiğince az hasarla bu işten nasıl çıkarırız diye düşünerek geçirdik günleri. Ama eşimin duygusal olarak destek alacak kimseyi bulamaması da bu yükü benle paylaşmaya yönelmesine sebep oldu.
Evlilik çok garip bir şey arkadaşlar, on yılın sonunda çok iyi arkadaş olmuşuz, gerçekten kendisine minnettarım. Ama yolda bir yerde birbirimizi önemsemeyi, birbirimizi eş olarak görmeyi, sevgimizi göstermeyi bırakmışız.
Bazı şeyler; mesela sevgi gibi, pek ortalıkta görünmediğinde ise zamanla yok olabiliyor sanırım. Çünkü insan bir yerde karşısındaki kişi için önemini, ne ifade ettiğini, gerçekten sevildiğini bilmek istiyor. Ya da bana öyle oldu diyelim. Tabii ki her evliliğin dinamiği farklı, herkesin arayışı da elbet farklıdır.
Bugün aldığım karar bizi çok zorlasa da ileride herkes için en hayırlısının bu olduğunu düşündüğüm için bu yolu seçtim.
Bir arkadaşım "On yıllık evliliğiniz, bir çocuğunuz var." dedi. Evet var, bende kesinlikle farkındayım. Ama ben çocuklar için sürdürülen bir evlilikteki "o çocuktum", o hayat da tahmin edemeyeceğiniz kadar derin izler bırakıyor insanın ruhunda.
Bir başkası ise "İncir çekirdeğini bile doldurmayacak şeyler yüzünden yapmayın böyle." dedi. İncir çekirdeğini bile doldurmayacak kadar küçük şeylerin de insanları çok incitebildiğini farketsek mi artık?
Bir başka arkadaşımın ilk etapta sorduğu sorular beni çok sinirlendirse de sonradan anladım ki, duygularınız tavan yapmışken göremediğiniz bazı şeyleri birinin size göstermesi, sorması lazım. Acı ama bu da gerekli. Tabii bunu görmem için bir miktar zaman geçmesi gerekti.
Ben istedim ki karşılıklı saygımızı yitirmemişken, birbirimizi hala arkadaş olarak görürken ve değer verirken tam bu noktada yola nokta koyalım. Bu bir yoldu, hemde uzun bir yol, yürüdük ve bir yol ayrımına geldik, bu noktada hepimiz için en iyisini dilemekten ve bunun için çabalamaktan başka bir şey gelmiyor elimden.
Resmi başvurumuzu yaptık ve mahkemenin bize bir gün vermesini bekliyoruz. Yol uzun, biraz çetrefilli, duygusal olaraksa yükü inanılmaz ağır.
Sadece güzel güneşli günlere çıksın yolumuz diye umut ediyorum.
Sevgiler.
Applesoda
"Bazen hayatta hiç beklemediğin bir anda karşına bir şey çıkar ve parmağını uzatıp bir şey gösterir sana."
" Neymiş o şey?"
"Bir roman kahramanı mesela. Kitapta bir laf eder. Altı çizilecek cilalı cümlelerden değil ama, kendi halinde bir cümle. Bir tek sen cımbızlarsın onu kitabın kalabalığından. Sırf sana bir şey anlatır o cümle.
Başka herkese susar."
demiş Melisa Kesmez "Bazen Bahar" isimli kitabında.
Gezmelerden geldim.
Hayırdır inşallah...
Durum Raporu: Durumlar öyle böyle...
Kalbin Arka Odası
Boşlukları kapatmaya, pütürlerin üzerini örtmeye, kopan halkanın yerine uygun olanı bulmaya çabalarız.
Karanlıktan korkmayız, asıl korktuğumuz şey bilmediğimiz bir şeye dokunma ihtimalimizdir, karanlıktan korkmayız asıl korktuğumuz şey dokunduğumuz şeyle elimizi kirletme ihtimalimizdir, karanlıktan korkmayız asıl korktuğumuz şey dokunduğumuz şeyle kendimizi yaralama ihtimalimizdir.
Bir ihtimalden korkarız."
demiş Ayşegül Genç "Kalbin Arka Odası" isimli kitabında.
Temiz delirdim.
Ben bu şehrin...
O zaman dans...
Durum Raporu: Sanırım kocama güncelleme geldi...
Sihir başlasın...
Search
About
Bendenizle ilgili bilgiler için "Kim Bu Kız" sayfasına gidiniz lütfen.
Copyright © 2008 dövüsürken hanımefendi degilim.... All Rights Reserved.
Design by Padd IT Solutions - Blogger Notes Template by Blogger Templates