Şu saatten sonra şunu bilir, şunu söylerim ki; bir şeyi çok istemeyeceksin!
Tatil, tatil diye kendimi yedim. (Kocamın başını yemedim, sadece kendi başımı yedim.)
Sonuç olarak ayarlamalar, planlamalar, rezervasyonlar,
kocamın maliyet hesapları derken o muhteşem gün ufukta göründü.
O ufuğa doğru emin adımlarla ilerlerken salgına yakalandım.
Boğaz ağrısı, bitmek bilmeyen hem içe hem de dışa akan yeşil burun salgılarım...
Yetiremediğim selpaklarım ve de hastalıktan kırılan bendeniz sadece inadım yüzünden
kızgın kumlara, serin sulara doğru yola çıktık.
"Eee? Çıktınız da ne oldu?" diye sorarsanız eğer velev ki sormasanız da anlatacağım.
Diyelim ki sordunuz. :)
Assos'ta kocam denize girerken arkasından baktım. Havuz soğuk geldi ayağımı bile sokamadım.
Güneş yaktı, canım daraldı, burnum durmadı.
Kocam buraya kadar geldik artık gezmek zorundasın diye bakışlar atarken,
her boş bulduğum tabureye sandalyeye kendimi zor attım.
Keyifsiz bakışlar attım, hiç alışveriş yapamadım.
Ve iki günün sonunda oradan Alaçatı'ya geçmek için beş saatlik mesafe gideceğimizin
gerçeğini kaldıramayıp, "Ben evimi özledim." diye diye kocamı
da canından bezdirdim.
Rezervasyonları iptal edip, kalmadığımız otellere paralar ödeyip,
rulo rulo selpağımızı da yanımıza alıp evin yolunu tuttuk.
İki gün de evde kendimi bilmeden sere serpe yattıktan sonra ayaklanacak gücü buldum.
Hastalığın artçı belirtileri hala üzerimde etkisini gösteriyor.
Öyle ki iptal ettiğim tatilime bile üzülemedim.
Buradan da canınız ne isterse öyle bir sonuç çıkarabilirsiniz. :)
Sevgiler, tatili rezil kepaze ettikten sonra tıpış tıpış eve dönen Applesodaa'dan!